Bugün 12 Eylül, Türkiye tarihinin en karanlık askeri darbesinin 33. yıldönümü.
Bugün 12 Eylül, “daha ileri demokrasi için, daha özgür Türkiye için…” yapıldığı iddia edilen Anayasa referandumunun 3. yıldönümü.
12 Eylül 1980 darbesinin sonuçları malum. 12 Eylül 2010’un sonuçları ise yoğun bir otoriterleşme ve baskı rejimi olarak ortaya çıkıyor. Türkiye bugün 12 Eylül 2010’dan daha demokratik bir ülke değil, tersine referandum adeta bir tek parti yönetiminin inşa sürecini tamamladı. Türkiye gösteri hakkının devlet tarafından şiddetle bastırıldığı, bir kaç ay içinde altı genç insanın devlet terörüyle öldürüldüğü bir ülke haline geldi.
Geçtiğimiz günlerde yeni rejimin önde gelen isimlerinden biri “ne yapıyorsak 12 Eylül 2010 referandumundan aldığımız güçle yapıyoruz” dedi. 12 Eylül 2010 referandumu ileri demokrasi değil, ileri iktidar sarhoşluğu ve otoriterleşmeyle sonuçlandı.
Birçok insanın “12 Eylül de yargılanacak” vehmiyle evet oyu verdiği referandumdan uzun bir süre sonra başlayan 12 Eylül yargılanması ise sade suya tirit bir davaya dönüştü. 12 Eylül rejiminin bütün kurumları ayaktayken 12 Eylül’ün yargılanması elbette mümkün değildi. 12 Eylül’ün seçim barajları, 12 Eylül’ün gösteri yasası, 12 Eylül’ün YÖK’üne dokunmadan 12 Eylül ile hesaplaşılacağını sanmak ciddi bir siyasi saflık olsa gerekti.
12 Eylül 2010 referandumu sadece siyasi hak ve özgürlükler açısından değil sendikal haklar açısından da bir riyaydı.
Referandum öncesinde AKP tarafından verilen tam sayfa gazete ilanlarında şöyle deniyordu: “Türkiye’yi her alanda ileri taşıyacak ve güçlendirecek Anayasa değişikliğiyle işçilerimizin kazanımları artıyor, hakları genişliyor. İşçilerimizin birden fazla sendikaya üye olmasına, grev hakkının önündeki tüm engellerin kaldırılmasına evet. Sendikalar arasındaki rekabeti artırarak, işçilerimize avantaj sağlamak için evet.”
İktidar muhibbi bazı sendikacıların da cansiperane savunduğu bu iddialar boş çıktı. O dönem de yazmıştık. Haklı çıktık. Anayasa değişikliği işçi haklarını genişletmediği gibi sonrasında yapılan değişikliklerle yasaklar pekişti.
İşçilerin birden fazla sendikaya üye olmasına olanak tanınmadı. 6556 sayılı yasayla birden fazla sendikaya üye olma yasağı devam etti. İşçilerin değil birden fazla sendikaya üye olması bir tek sendikaya üye olması bile bir mucize. Sendikal nedenli işten çıkarmalar bütün hızıyla devam ediyor. Dahası 6356 sayılı yasayla 30’dan az işçi çalıştıran işyerlerinde çalışan işçilerin sendikal tazminat güvenceleri ortadan kaldırıldı. İşçilerin yaklaşık yüzde 60’ı sendikal güvencesini ve yargıya başvurma hakkını yitirdi.
Yeni yasanın yürürlüğe girmesinden sonra, 12 Eylül’ün sendikal yasaları altında dahi toplu sözleşme yetkisi olan sendikaların bir bölümü yetkilerini kaybetti. Bir bölümü yetkilerini kaybetmekle yüz yüze.
Sendikalı işçi sayısı 1 milyona, toplu sözleşme kapsamındaki işçi sayısı ise 680 bine geriledi. Türkiye’de sendikalaşma oranı OECD’ye göre 5.4. AKP iktidarının başlarında yüzde 10 civarında olan sendikalaşma oranı yaklaşık yarı yarıya düştü. Türkiye sendikalaşmada OECD sonuncusu. Sendikalaşma oranı 12 Eylül yıllarının dörtte birine gerilemiş durumda.
Grev hakkının önündeki engeller kalkmadı. Yasanın öngördüğü prosedür dışındaki (toplu iş sözleşmesi sırasında uyuşmazlık çıkması hali) tüm grevler kanun dışı grev olarak tanımlanıyor. Referandum ile tüm memurları kapsayan zorunlu tahkim (grev yasağı) getirildi. Grev hakkı olmayan memurun toplu sözleşmesinin nasıl olacağını 2013 toplu sözleşme sürecinde yaşadık. Memur-Sen hükümetin vereceği zamdan daha düşüğüne razı oldu. Grev hakkı kullanılamaz durumda. Özellikle kamu kuruluşlarında yapılan grevlerde devlet eliyle grev kırıcılığı yapılıyor.
Ancak referandum iddialarından biri gerçekleşti: Sendikal rekabet arttı. Yandaş sendikacılıkta patlama yaşandı. Yeni yandaş sendikalar kuruldu. İşçiler bu sendikalara geçmeye zorlandı. Memur sendikacılığında “mucize” yaşandı. İktidara yakın konfederasyon üye sayısını 40 binlerden 700 binlere çıkardı. Tam 15 kat artırdı!
12 Eylül 2010 referandumuna ilişkin iddialar riyadan ibaretti. Onlarca farklı madde tek paket içinde oylandı. Paketin içine birkaç elma şekeri de yerleştirilmişti kuşkusuz. Artık takke düştü kel göründü. Bir riyanın sonuçlarını yaşıyoruz.
Bugün, üç yıl öncesine göre daha otoriter bir ülkede yaşıyorsak, tek adam-tek parti rejimi bütün vahametiyle inşa ediliyorsa, gösteri hakkı artık kullanılmaz olmuşsa ve gencecik insanlar devlet dersinde öldürülüyorsa bunda 12 Eylül 2010 referandumunun iktidara vermiş olduğu “cesaret” büyük paya sahip. Dimyata pirince gideceği hayaliyle bu riyaya “evet” deyip, evdeki bulgurdan olmak budur işte.
Aziz ÇELİK – Birgün – 12.09.2013