AKP iktidarının bu kez kanun marifetiyle dayattığı alkol yasağı, Türkiye’deki kendine özgü ılımlı siyasal İslam’ın demokrasiyle uyumlu olup olamayacağı sorusuna menfi bir nihai cevap teşkil etmesi bakımından, tarihi bir kırılma yaratmıştır.
AKP’nin 10 yıl önce iktidara gelişinden itibaren, “İslamcılar asla değişmez” hipotezini baştan reddetmek ve “Ilımlı siyasal İslam demokrasiye uyum sağlar mı?” sorusunun cevabını somut gelişmeler ışığında takip etmek gerekiyordu.
Bu kriter ışığında bakıldığında, cevabın “Hayır” şıkkında son yıllarda birçok olumsuzluğun biriktiğini görürüz.
Mamafih bu olumsuzlukların toplamı bile cevabın “siyasal İslam”la ilgili yönünü netleştirmek bakımından şu alkol yasağı kadar anlatıcı olmamıştır çünkü doğrudan hak ve özgürlüklere saldırı teşkil eden bu son yasak, aşırı ölçüde dinsel içerikli bir dayatmadır.
Ve bu nedenle yasak, farklı inanç ve hayat tarzlarının ahenk ve barış içinde bir arada yaşamalarının güvence altına alınması için insanlığın bugüne kadar bulabildiği yegane çözüm olması nedeniyle, demokrasinin mütemmim cüzü de olan laikliğe tamamen aykırıdır.
Geçen pazar ve pazartesi günleri bu köşede yer alan yazılarda hem halk sağlığının korunması gerekçesinin alkol yasağını açıklamaya yetmeyeceğini, hem de bu yasağın neden “siyasal İslam’ın demokrasiyle uyumu” tartışmasını olumsuz biçimde bitirdiğini, yeterince sarih biçimde irdelediğimi düşünüyorum.
Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da önceki gün partisinin Meclis grup toplantısında yaptığı konuşma, yasağın ardında İslamcı gündemin olduğu gerçeğini teyit etti.
Başbakan Erdoğan şunları söyledi:
“Hangi din olursa olsun, bir din yanlışı değil doğruyu emrediyor. Doğruyu emrediyorsa bunu din emrediyor diye karşısında mı duracaksın? İki tane ayyaşın yaptığı yasa sizin için muteber oluyor da, inancın emrettiği bir gerçek, bir vaka, niçin sizler için reddedilmesi gereken bir olay haline geliyor?”
Erdoğan’ın bu sözleri tartışmayı iki şekilde bitiriyor.
Birincisi, “alkol yasağının dinin emri olduğunu” açıkça söyleyerek… Bu sayede kamusal hayatın bir yönünün dinin buyruklarına göre düzenlenmek istendiğini anlıyoruz.
İkincisi, yasağa kişisel tercih hakkı ve özgürlükler adına karşı çıkanları da zımnen “din karşıtı” ilan ediyor.
Bu yasaya itiraz edenler, bunu “bireysel tercih haklarını kullanma özgürlüğü ve demokrasi”den yana oldukları için yapıyorlar, kutsal kitaplarda yazanlara karşı çıktıkları için değil.
Sonra, Başbakan Erdoğan’ın “Çıkan düzenleme kimsenin yaşam tarzına müdahale değildir” şeklindeki cümlesini şu sözleri takip ediyor: “İçeceksen yine alkollü içeceğini al evinde iç. Yine git ne içeceksen iç. Biz buna karşı değiliz”.
Demiş oluyor ki Başbakan, “Yaşam tarzını git evinde devam ettir”, yani “kamusal alanda görünme”. Bu sözler yaşam tarzına doğrudan müdahale anlamına geliyor ve mevcut alkol yasaklarının da ötesine geçen, hayli vahim bir dayatmayı içeriyor.
Aslında istediği, karasal Anadolu’da mahalle ve kamu baskısı yoluyla 10 yılda yarattığı “alkolsüz, muhafazakar şehir modeli”ni bu kez yasa ve ağır cezalar yoluyla kozmopolit İstanbul’a, başkent Ankara’ya, Trakya’ya, Ege ve Akdeniz’in, dünyaya ve turizme açık, liberal hayat tarzıyla sorunu olmayan büyük kentlerine, İzmir’e dayatmak…