Sendikamız İzmir Şubesi tarafından gerçekleştirilen Sürgün, Baskı ve Özelleştirmelere Karşı oturma eylemi ve basın açıklaması 57.Haftasında Alsancak Gar önünde gerçekleştirildi.
İzmir Şubemiz üye ve yöneticilerinin katılımıyla gerçekleştirilen oturma eyleminin ardından İzmir Şube Hukuk, TİS ve İnsan Hakları Sekreteri Necat Sezginer tarafından okunan basın açıklaması aşağıdadır.
14.02.2022
Basına ve Kamuoyuna
TCDD Yönetimi, TCDD ile ilgili zararların ve yolsuzlukların had safhada olduğu bir dönemde, kendilerine biat etmeyen çalışanları susturmak ve pasifize etmek için baskı politikalarına başvurdular. Bu zararların sebebi çalışan kamu emekçileri değil, TCDD’yi kamu hizmeti veren bir kurum olmaktan çıkarıp şirket gibi işletme hevesinde olanlardır. TCDD’yi zarara uğratan bazı yöneticiler ise yargılanmak yerine ödüllendirilerek hiçbir iş yapmadan yüksek maaşlar alabilecekleri Müşavirlik, Başuzmanlık gibi bazı görevlere getirildiler. Buna karşın Sendika olarak kurumun çıkarlarını korumak için yaptığımız açıklamalar, gerçekleştirdiğimiz eylemler soruşturma konusu olmakta hatta cezalar verilmektedir. Şube yöneticilerimiz yaşadıkları sürgünlerle iller arasında adeta mekik dokur hale geldiler.
Bizler çok iyi biliyoruz ki; bu haksız ve hukuksuz ceza uygulamaları siyasi iktidarın; Konfederasyonumuz KESK’in ve BTS’nin mücadelesinden duyduğu rahatsızlığın sonucudur. Tarihimiz boyunca iktidarların hukuksuzluklarına, baskı politikalarına boyun eğmeyen bir geleneğin mirasını, kamu emekçileri, ulaşım emekçileri olarak mücadelemizi onurla sürdürüyoruz. Dün olduğu gibi bugün de baskılara, ihraçlara, sürgünlere, tutuklamalara teslim olmadık, olmayacağız. Sözümüzü söylemekten asla geri adım atmayacağız. Eşit, özgür, demokratik bir ülke mücadelemize inatla, umutla devam ediyoruz.
Başta ihraçlar ve sürgünler olmak üzere, tamamen idari ve siyasi tasarruflarla hayata geçirilen her türlü anti demokratik uygulamaya karşı örgütsel ve hukuksal mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğimiz bilinmelidir.
KİT’lerin ve kamuya ait diğer tüm varlık ve tesislerin sermayesi emekçiler tarafından üretilen artı değer üzerinden, doğrudan işçilerden ve işçilerin ürettiği değer üzerinden alınan vergilerden oluşur. Bu nedenle de bu kurumların gerçek sahipleri artı değer üreten geçmişteki ve bugünkü emekçilerdir. Yani ortada emek sınıfına ait bir sosyal miras vardır ve bu miras onların iradesi dışında haraç mezat yağmalanmaktadır. Yani özelleştirmeler ile işçilerden gasp yoluyla alınan vergilerle yaratılan değerler bir küçük azınlığa devredilmektedir. Bu çalınmış bir malın satın alınması gibi bir durumdur, etik ya da haklı bir yanı yoktur. Bizim vergilerimizle inşa edilen kurumların ürettiği hizmetleri yandaş sermayeye peşkeş çekercesine devredip sonra tekrar satın almamıza yönelik dayatmayı kabul etmiyoruz. Tüm üretim araçları halkın malı oluncaya kadar mücadeleden geri adım atmayacağız. İçinde bulunduğumuz krizden çıkış yolu da özelleştirme değil kamulaştırmadır.
Bize sunduklarından farklı bir yol var; bize insanca yaşamı mümkün kılacak, daha eşit ve adil bir hayatı düş olmaktan çıkaracak bir toplumsal düzen mümkün! Yapmamız gereken bu yolu seçip, bunun için mücadele etmektir! Halka ait tüm varlıklarımızı geri almak için mücadele edeceğiz. Kamucu bir yönetim, halkçı ve toplumcu bir ekonomik alternatif için bir başlangıç noktasıdır. Kamuculuk sermayenin çıkarlarının bekçisi mevcut iktidara karşı, kamusal hakların geri alınması, toplumun genel çıkarlarının egemen kılınması ve halkın ihtiyaçlarının yurttaşların karar süreçlerine doğrudan katılımıyla sağlanır.
Demiryolu hizmetinin kamu hizmeti olmaktan çıkararak ticarileştirmesini, ulaşım hakkının metalaştırılmasını, ucuz ve güvencesiz işgücü kullanımının, kuralsız ve esnek çalışmanın, iş kazaları ve sürgünlerin önünün açılmasını amaçlayan adımlar atmaya devam etmektedir. Özelleştirme, kuralsızlaştırma, taşeronlaştırma gibi neoliberal ekonomi politikaları sonucu; sağlık, eğitim, ulaşım gibi kamusal hizmet alanlarına yeterince kaynak ayrılmaması, kamu-özel iş birliği adı verilen uygulamalarla yandaş müteahhitlere rant aktarılmasının meydana getirdiği toplumsal hasar gittikçe derinleşmektedir. Özelleştirme ile ekonomide piyasa yönlendiriciliğinin belirleyici olması amaçlanır. Hâlbuki her alanda kamu mülkiyeti toplumsal yararın egemen kılınması; işçilerin, küçük tarım üreticilerinin, kamu çalışanlarının, halkın taleplerinin seçilmiş hükümetler nezdinde karşılık bulmasını kolaylaştırır. Ekonomik ve siyasi mücadele bütünlüğünü pekiştirir, demokratikleşmeyi güçlendirir.
Bizler biliyoruz ki, hiçbir baskı ve sindirme politikası işçi sınıfının kararlı mücadelesini engelleyemeyecektir. Ekonomik krizle mücadelenin yolu onu yok saymak değildir. Krizden çıkışın yolu emek eksenli politikalar geliştirilmesi, kamusal anlayışın yaygınlaştırılması ve üretime dayalı bir ekonomik yapının kurulmasıdır. Krizden çıkışın yolu emeğin sesine kulak verilmesidir.
Serbestleştirme-özelleştirmeler, sendikasızlaştırma, esnek-güvencesiz çalışma, kayıt dışı istihdam, emeklilik haklarına uzanan uygulamalar ve Covid-19 salgını koşullarında daha da yoğunlaşan sömürü, emekçilerin çalışma ve yaşam haklarını yok edici düzeydedir. Ancak emekçiler de bir direniş geleneği oluşturmuştur. 1961 Saraçhane Mitingi, 15-16 Haziran 1970 Direnişi, 1989 Bahar Eylemleri, 1991 Büyük Madenci Yürüyüşü, kamu çalışanlarının 1995 yılındaki büyük eylemlilikleri, 2010 yılındaki Tekel Direnişi ve günümüzde devam eden onlarca direniş gösteriyor ki, emekçilerin mücadelelerinin önünü kesmek mümkün değildir. Ta ki emeğin, bilimin, toplumsal kalkınma ve hakça paylaşımın hâkim olacağı üretenlerin yöneteceği bir Türkiye ve Dünya kuruluna dek mücadele devam edecektir.
“Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber, Ya Hiç Birimiz”
BTS İZMİR ŞUBE YÖNETİM KURULU
Video