KESK, DİSK ve TMMOB tarafından 29 Aralık 2015 Salı günü ülkenin doğu ve güney doğusunda ‘sokağa çıkma yasakları’ adı altında uygulanan sıkıyönetimi kınamak ve savaş ortamına karşı barışı ve yaşam hakkını savunmak için üretimden gelen gücünü kullanarak hizmet üretmedi.
Bütün illerde alanlara çıkan KESK, DİSK, TMMOB, emek ve demokrasi güçlerinin katılımı ile “BARIŞA SES VER!” temalı basın açıklamaları yaptı. Ankara’da Sakarya Caddesinde yapılan ortak basın açıklamasını Konfederasyonumuz Eş Genel Başkanı Lami Özgen okudu.
Konuşmasına memleketin bir bölgesinde aylardır süren “sokağa çıkma yasakları” adı altında halkın sıkıyönetim koşullarına terk edildiğini kaydederek başlayan Konfederasyonumuz Eş Genel Başkanı, bölgede yaşam hakkını tehdit eden tabloyu özetleyerek eğitim ve sağlık başta olmak üzere tüm kamu hizmetlerinin askıya alındığına dikkat çekti.
Konfederasyonumuz Konfederasyonumuz Eş Genel Başkanı, ülkenin bir bölümü kan ağlarken diğer bölümlerinin yeni korkular yaratma ve apolitikleştirip bölme siyaseti ile duyarsızlaştırıldığını vurgulayarak “Bir yandan ‘bin yıldır kardeşiz’ nutukları atılıyor diğer taraftan kardeşlerimizin yaşadığı acılara, vahşete duyarsız kalmamız bekleniyor” diye konuştu.
Emek meslek örgütleri olarak her zaman savaşa karşı barıştan, şovenizme-ırkçılığa karşı halkların kardeşliğinden yana tutum alındığını kaydeden Konfederasyonumuz Eş Genel Başkanı, yaşanan acı tablo karşısında kayıtsız kalınamayacağının altını çizerek, “Bugün bir kez daha, “Savaş, ölüm, acı, gözyaşı ve yıkımdır!” demek buna karşı “İnadına barış!” demek için buradayız. Gençlerin, yoksulların kanının aktığı, analarımızın gözyaşının kurumadığı, halklarımızı geri dönülmez biçimde kaosa sürükleyen bu gelişmelere seyirci kalmadığımızı göstermek için, savaşa karşı barış için üretimden gelen gücümüzü kullanarak hizmet üretmiyoruz. İşyerlerimizde, alanlarda savaşa karşı barışın dilini haykırıyoruz” dedi.
Akan kan ve gözyaşlarını durdurmanın tek çaresinin halklara karşı açılan bu savaşın derhal durdurmasından geçtiğini vurgulayan Eş Genel Başkanımız, “Çözüm, Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye kavuşmasıdır” diye konuştu.
Konfederasyonumuz Eş Genel Başkanı savaştan hiçbir çıkarı olmayan, aksine savaşların bedelini canları ile işsizlikle, yoksullukla ödeyen ezici çoğunluk birleşmediği sürece yaşanan katliamların hesabı sorulmadığı sürece ülkeye barışın tesisi edilemeyeceğini kaydederek “Gün, yaşananları seyretme günü değil, “içeride ve dışarıda savaş!” çığlıkları atanlara karşı yüksek sesle ve cesaretle ‘Öldürülenler Bizim Çocuklarımız!.. Yaşasın Halkların Kardeşliği!’ diye haykırma günüdür. Emek ve demokrasi güçleri başta olmak üzere bütün halkları bir kez daha savaşa karşı kardeşliği ve barışı inşa etmeye davet ediyoruz” diyerek konuşmasını tamamladı.
Konfederasyonumuz Eş Genel Başkanı Tarafından Yapılan Ortak Açıklama Metninin Tamamı Aşağıdadır.
Memleketin bir bölgesinde halk aylardır süren “sokağa çıkma yasakları” adı altında sıkıyönetim koşullarına terk ediliyor.
Yoksullaştırılmış halk çocukları mahallerden ilçelere, kentlere yayılan, adı konmamış bu savaşta bir kez daha karşı karşıya getiriliyor.
Tam 7 il, 17 ilçede yaşayan halkı günlerce evlerine kapatanlar, öğretmenleri gönderip eğitimi tatil ettikleri okullara keskin nişancıları yerleştirenler, hastaneleri karargah olarak kullanıp sokakları zırhlı araçlarla dolduranlar, halkları karşı karşıya getirmek için ellerinden geleni yapıyor.
Okullar, hastaneler ve devlet daireleri karargâhlara dönüştürülüyor. İlçeler, şehirler abluka altına alınıp boşaltılırken yüzlerce insan evlerinden alınarak kapalı spor salonlarına hapsediliyor.
On bin kişilik ordularla ilçelerin kuşatıldığı, mahalleri tank ve topla döven operasyonlarda hayatını kaybedenler resmi kayıtlara, haber bültenlerine “etkisiz hale getirilen terörist sayısı” olarak yansıtılıyor.
Ülkenin her yanından ağıtlar yükseliyor, kentler, yaşam alanları kuşatılarak çatışma ve katliamlarla, ülke adım adım iç savaşa sürükleniyor.
Tekçi, milliyetçi, şoven bir iktidarın faşizan politikalarının, bir kişinin bitmez tükenmez başkanlık hayallerinin bedeli asker, polis, genç, yaşlı, çocuk demeden insanlarımıza ödetiliyor.
Son beş ayda 45’i çocuk, yüzlerce sivil yurttaşın hayatını kaybettiği, cenazelerin sokak ortasında çürümeye, yaralıların kan kaybından ölüme terk edildiği vahşet tablosuna sessiz kalmamızı istiyorlar.
Bize, 3 bin 800 öğretmenin ‘hizmet içi eğitim’ adı altında ilçelerden çıkarılarak 40 bin öğrencinin kaderlerine terk edilmesini, sağlık emekçilerini hastanelere hapsedilmesini, tüm kamu hizmetlerinin savaş düzenine göre yeniden dizayn edilmesini ‘görmezden gelin’ diyorlar.
Bölgede belediye eş başkanlarının tutuklanmasına, tarihi eserlerin tahrip edilmesine elektriksiz, susuz bırakılan halkın açlık tehlikesiyle burun buruna gelmesine ‘ses çıkarmayın’ diyorlar.
Evleri kurşunlanan, bombalanan, keskin nişancıların hedefi olan insanların çığlığına ‘ses vermeyin’ diyorlar.
Yaşanan vahşet tablosu karşısında susmayanları, barış ve kardeşlik için sesini yükseltenleri “Beyaz Toros”larının yerini alan“Siyah-Beyaz Ranger”ları ile tüm illere yayılan gözaltı ve tutuklama operasyonlarıyla dize getirmeye, baskı ve zora dayalı iktidarlarına biat ettirmeye çalışıyorlar.
Tüm bu vahşet halkın diğer kesimlerinin zihinlerinde açılan, yalanlarla, düşmanlaştırma politikaları ile doldurulan hendeklere sığınılarak sürdürülüyor.
Ülkenin bir bölümü kan ağlarken diğer bölümleri yeni korkular yaratma ve apolitikleştirip bölme siyaseti ile duyarsızlaştırılıyor.
Bir yandan ‘bin yıldır kardeşiz’ nutukları atılıyor diğer taraftan kardeşlerimizin yaşadığı acılara, vahşete duyarsız kalmamız bekleniyor.
Biz daha önce defalarca siyasi iktidarın, savaş politikalarını tırmandırarak ülkemizi sürüklediği “uçuruma” dikkat çektik.
İnsanlarımızın yıllarca unutamayacakları acılar yaşayacakları ve iki halkın bir arada yaşama umudunun gittikçe tükendiği bir savaşa ne içeride ne de dışarıda asla razı olmadığımızı her alanda dile getirdik.
Endişelerimizi, taleplerimizi ve çözüm önerilerimizi her fırsatta ve her zeminde kamuoyu ile paylaştık.
Ancak bu ülkede savaş isteyenleri baş tacı edenler bizim barış ve kardeşlik talebimize ya kulaklarını tıkadı ya da yeni katliamlara davetiye çıkardılar.
Halkın barış isteğini haykırmak için 10 Ekim’de Ankara’da yapmaya çalıştığımız uyarı mitingi kana bulandı.100 arkadaşımız, kardeşimiz, canımız katledildi, onlarcası yaralandı.
Buna rağmen bu alçakça saldırıyı açığa çıkartmak yerine 10 Ekim Katliamı protestolarıyla ilgili olarak bizlere soruşturma açıldı.
Bugün bir kez daha, “Savaş, ölüm, acı, gözyaşı ve yıkımdır!” demek buna karşı “İnadına barış!” demek için buradayız.
Gençlerin, yoksulların kanının aktığı, analarımızın gözyaşının kurumadığı, halklarımızı geri dönülmez biçimde kaosa sürükleyen bu gelişmelere seyirci kalmadığımızı göstermek için bugün üretimden gelen gücümüzü kullanıyoruz.
Bugün hizmet üretmiyoruz. Çünkü
- Atılan her kurşuna,
- Çocuk, kadın, genç, yaşlı her ölüme,
- Mahalle sokaklarına giren tankların palet seslerinin kulaklarımızı sağır edercesine çoğalmasına,
- Sayısız ilçenin ve mahallenin tanklarla, toplarla, savaş uçaklarıyla abluka altına alınmasına,
- Boşaltılan her okula, her hastaneye, her kuruma,
- Sokağa çıkma yasaklarıyla, yüz binlerce insanın “peşinen” açlığa, susuzluğa mahkum edilmesine,
- Bırakın sokağa çıkmayı, evinin penceresinden bakan kim olursa olsun namluların hedefi haline gelmesine,
- İnsanların en temel hakları olan yaşama haklarının bizzat devlet tarafından ellerinden alınmasına,
- Devlet güvencesiyle savaşa sürüklenen yoksul çocuklarının çaresizliklerine,
- Bir arada yaşama umudunun geçen her gün, her saat, yüreğimiz ağzımızda, kulağımız gelecek acı habere
Bugüne kadar kayıtsız kalmadık. Bundan sonra da kalmayacağız.
Türkiye’de savaşa tapanlar, barış düşmanları birleşmiş durumdalar. Bizler savaştan hiçbir çıkarı olmayan, aksine savaşların bedelini canları ile işsizlikle, yoksullukla ödeyen ezici çoğunluk olarak birleşmediğimiz, yaşanan katliamların hesabı sormadığımız sürece barış olmayacaktır.
Daha kaç kez söylememiz gerekecekse, bıkmadan, usanmadan tekrar tekrar söyleyeceğiz:
- Savaş, ölüm, acı, gözyaşı ve yıkım demektir!
- Savaş, cinayet demektir!
- Savaş, baskı, şiddet ve sömürünün katmerlenerek artması demektir!
- Savaş, emekçilerin ekmeğinin küçülürken zenginlerin kasalarının dolması demektir!
- Savaş, emeğin haklarının tamamen ortadan kaldırılması demektir!
- Savaş, demokrasi ve özgürlüklerin bitirilmesi demektir!
- Savaş, insan haklarının, hukuk ve adaletin hiçe sayılmasıdır!
- Savaş, çevrenin, doğanın tahrip edilmesi demektir!
- Savaş, savaş kararı alanların çocuklarının değil, emekçi halk çocuklarının gönderildiği bir cehennem demektir!
- Savaş sürdükçe halk konuşamayacak!
- Savaş sürdükçe kan ve gözyaşı akmaya devam edecek!
- Savaş sürdükçe onlar kasalarını dolduracak, halk yoksulluğa mahkum olacak!
Akan Kan Ve Gözyaşlarını Durdurmanın Tek Çaresi, Halklara Karşı Açılan Bu Savaşı Derhal Durdurmaktır!
Barış ve kardeşlik çağrımıza AKP hükümetinin olumlu karşılık vermesini beklemiyoruz. Zira onlar SAVAŞ İSTİYOR! Çağrımız iktidarın, sermayenin, ırkçı milliyetçilerin çıkar sağladığı bu savaşa evlatlarını feda etmek zorunda bırakılanlaradır.
Duymayan kulaklara, görmeyen gözlere sesleniyoruz: Biz bu topraklarda KİMSENİN ÖLMESİNİ İSTEMİYORUZ! BİZ BARIŞIN TARAFINDAYIZ! Görevimiz, insanlarımızın öldürülmesine seyirci kalmak değil, insanları yaşatmaktır!
Yok etmek, yok sayarak, kırarak, ezerek, dökerek sorunları bitirmek, muhalefeti sindirmek çözüm değildir.
Çözümün ne olduğunu herkes biliyor.
Çözüm, evrensel bir hak olan insan haklarının tanınması, temel sorunlarda demokratik çözüm için acil adımlar atılmasıdır.
Çözüm, herkesin diline, kültürüne, doğasına özgürce sahip olmasıdır. Bunun bahşedilen bir lütuf değil, bir ülkenin zenginliğinin açığa çıkması olduğunun herkesçe anlaşılmasıdır çözüm. Kısaca çözüm, Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye kavuşmasıdır.
Hükümetlerin, IŞİD ve benzeri cihatçı örgütleri besleyen politikalarının bedelini tüm insanlık ödemektedir.
Ege denizinde can veren Aylan bebeklerden, Lübnan’da, Nijerya’da, Kobane’de, Reyhanlı’da, Suruç’ta, Şengal’de, Lazkiye’de, Ankara’da, Paris’te katledilen yüzlerce insanın vebali bu insanlıktan çıkmış vahşi politikaları uygulayan egemenlerin üzerindedir.
Bizim ülkemizdeki vebali ise, iktidarını tahkim etmek ve baskıcı/otoriter bir rejim kurmak için savaş ve çatışmalardan medet uman, içeride ve dışarıda savaş konseptini tırmandırmaya devam eden AKP iktidarının boynunadır.
İktidarın gücüne biat ederek onların suç ortaklığını yapanlar da en az onlar kadar suçludur!
Savaş isteyenler, katliam ve cinayetleri yaygınlaştıranlar şunu çok iyi bilsinler ki, bizler KARDEŞLERİMİZİN ELİNİ SIMSIKI TUTACAK, her koşulda birlikte olacak, birlikte mücadele edeceğiz.
İki halkın birlikte yaşama umudunu yok etmeye çalışanlara inat, ortak geleceğimizi kurmak için birbirimize daha fazla kenetleneceğiz. Her koşulda barış ve demokrasi mücadelesini sürdüreceğiz.
Gün, yaşananları seyretme günü değil, “içeride ve dışarıda savaş!” çığlıkları atanlara karşı yüksek sesle ve cesaretle “ÖLDÜRÜLENLER BİZİM ÇOCUKLARIMIZ!.. YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!..” diye haykırma günüdür.
Gün, SAVAŞI DURDURMA, BARIŞI İNŞA ETME Günüdür.
Bu nedenle diyoruz ki: YAŞATMAK İÇİN BARIŞA SES VER!
- Bugün “barış” demek, savaş çığırtkanlarının politikalarına engel olmak demektir!
- Bugün “barış” demek, iktidarlarını ve zenginliklerini korumak isteyenlerin çocukları, kadınları, gençleri, yoksulları savaş ateşine sürüklemesine karşı çıkmak demektir!
- Bugün “barış” demek, işsizliğe, açlığa, sermaye köleliğine “hayır” demektir!
- Bugün “barış” demek, yolsuzluklara, adaletsizliklere, hukuksuzluklara isyan etmek demektir!
Biz bugün SAVAŞA KARŞI BARIŞ İÇİN üretimden gelen gücümüzü kullanarak hizmet üretmiyoruz. İşyerlerimizde, alanlarda savaşa karşı barışın dilini haykırıyoruz.
Emek ve demokrasi güçleri başta olmak üzere bütün halkları bir kez daha savaşa karşı kardeşliği ve barışı inşa etmeye davet ediyoruz.