Cumhurbaşkanının hukuku tanınmadığını ilan ettiği, AKP sivil darbesinin diğer temel hak ve özgürlükler gibi sendikal hak ve özgürlükleri askıya aldığı bir dönemde (7 Ağustos 2015 – 7 Şubat 2016 dönemi) Altı Aylık Hak İhlalleri Raporumuzu1 Mart 2016 Salı günü Konfederasyonumuz Merkezinde, Konfederasyonumuz ve sendikalarımızın MYK üyelerinin katılımıyla açıkladık.
Basın açıklamasını KESK Hukuk-TİS ve Uluslarararası İlişkiler Sekreteri Fatma Çetintaş okudu.
7 Ağustos 2015 – 7 Şubat 2016 Dönemi Sendikal Hak İhlalleri Basın Açıklaması
Bundan önceki 6 aylık hak ihlalleri raporumuzu 7 Ağustos 2015 tarihinde AKP ve Saray’ın ilan ettiği çatışmaların sonuçlarının ortaya çıkmaya başladığı ilk haftalarda yapmıştık.Bu raporumuz da Cumhurbaşkanının hukukun tanınmadığının ve saygı duyulmadığının sadece pratikte değil resmi olarak da ilanı sonrası açıklıyoruz. Nitekim birazdan ayrıntılarını sizinle paylaşacağımız hak ihlalleri raporumuz da AKP darbesinin sonuçlarını gözler önüne seren niteliktedir.
Topluma kabul ettirmek, meşruiyet sağlamak ve tepkileri minimum düzeye çekmek için “kamu güvenliğini sağlama” kılıfı ile örtülmek istenen bu ara rejim dönemi Cumhuriyet tarihinin en karanlık dönemlerinden biri olarak şimdiden kayıtlara geçmiştir. Sadece Cizre’de 165’in üzerinde cenazenin tankla-topla yerle bir edilen bodrumlardan çıkarılması, cenazelerin çoğunun tanınmayacak halde yakılmış olması bu dönemin hafızalardan silinmeyecek olaylarından biri olmuştur. Yine “devletin kalbi” olarak nitelenen Ankara Merasim Sokak’ta gerçekleşen ve 26 insanımızın yaşamını yitirmesine neden olan saldırı da Hükümetin politikaları nedeniyle tüm vatandaşlarımızın can güvenliğinin ortadan kalktığının son kanıtı olmuştur.
10 Ekim Ankara, Suruç ve Diyarbakır katliamı, Tahir Elçi gibi dosyalarda gerçek katillerin ortaya çıkarılmasında en ufak bir gelişme yaşanmazken, özellikle son aylarda güvenlik güçlerinin yargılandığı dosyaların bir bir beraatla sonuçlanması kirli ve özel bir konseptin devrede olduğunu göstermektedir. Susurluk Kazası sonrası “devlet bağırsaklarını temizliyor” ile ifade edilen süreç tersinden işleyerek, ağırlaştırılmış müebbet gibi onlarca yıllık cezalarla yargılananlarla kurulan ittifakla, savaş görünümündeki çatışmalı dönem birlikte yürütülmektedir.
17 Şubat 2016 tarihinde yayınlanan ve muhalif kamu emekçilerini tasfiye etmeyi amaçlayan genelge bu sürecin bir uzantısı ve açık hukuka aykırılık niteliğiyle nasıl bir dönemden geçtiğimizin son örneği olmuştur. 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinde gördüğümüz benzer uygulamalar bu kez AKP sivil darbesinde hayata geçirilmiştir.
Sınırlı hak ve özgürlüklerin bile rafa kaldırıldığı zor günlerden geçiyoruz.Sadece siyasal alanda değil çalışma yaşamında da planlı ve sistematik bir saldırıyla karşı karşıyayız. 13 yıldır özelleştirmedik, satılmadık yer bırakmayan AKP, bir yandan Cerattepe örneğinde olduğu gibi doğaya göz dikmekte bir yandan da emekçileri sefalet ücretle ve güvencesiz ortamda çalışmaya mahkûm edecek düzenlemelere hız vermektedir. İçeride ve dışarıda estirdiği savaş rüzgarını arkasına alan, oluşan kaotik ortamda, yapılan her demokratik eylem ve etkinliği terör faaliyeti, muhalif tüm kesimleri de “terörist, hain” ilan eden Saray ve AKP çalışma yaşamında da bir savaş başlatmıştır. Başta iş güvencemiz ve kıdem tazminatı olmak üzere haklarımıza yönelik bu saldırılar bu savaş ortamında hızla yasallaştırılmak istenmektedir. Modern köleliğin mezat meydanı görevi görecek olan istihdam büroları ile ilgili düzenleme de bu girişimlerden biri olmaktadır.
Altı aylık dönemler açısından rekor diyebileceğimiz bir ihlal tablosuyla karşı karşıyayız. Kaldı ki, çok sayıda ihlal ya bize ulaşmamış ya da süreç devam ettiğinden raporumuza yansıtılamamıştır. Kapsamlı raporumuz incelendiğinde içinden geçtiğimiz sürece neden AKP sivil darbesi dediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.
Örneğin Hükümetin de 3 günlük ulusal yas ilan ettiği 10 Ekim Katliamı nedeniyle KESK-DİSK-TMMOB-TTB olarak 12-13 Ekim tarihlerinde gerçekleştirdiğimiz greve katıldıkları gerekçesiyle ya da bu esnada yapılan basın açıklaması nedeniyle sendikalarımızın yüzlerce üyesine soruşturmalar açılmış, çeşitli cezalar verilmiş, kimisi de gözaltına alınmıştır.. Katliamı kınamanın bile suç sayıldığı, artık sözün bittiği bir dönemden geçmekteyiz.
29 Aralık 2015 tarihinde gerçekleştirdiğimiz greve katılan binlerce kamu emekçisi hakkında soruşturma açılmış ancak asıl soruşturmaların önümüzdeki günler ve haftalarda gerçekleşeceği öngörülmektedir. Her gün bir ilimize ya da ilçeye giden müfettişler bir günde yüzlerce emekçinin ifadesini almaktadırlar. Milli Eğitim Bakanlığı Rehberlik ve Denetim Başkanlığı tüm Valiliklere gönderdiği 29.12.2015 tarihli yazıda greve katılanların isimlerinin kendilerine bildirilmesini istemiştir. Bakanlık şimdi oluşturduğu listelerde yer alan kamu emekçileri hakkında onlarca Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarına, uluslararası sözleşmelere rağmen hızla soruşturma açmaktadır. Dolaysıyla açılan soruşturma sayılarına binlerle ifade edilen bu kapsamdaki soruşturmaların çok azı raporumuzda yer almaktadır.
Yine Barış İçin Akademisyen İnisiyatifi bildirisine imza attıkları gerekçesiyle şu ana kadar 600’ün üzerinde akademisyene soruşturma açılmış, kimisi işten çıkarılmış, kimisinin bölüm başkanlığı görevi elinden alınmış, kimisi de açığa alınmıştır. Sadece düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik değil aynı zamanda çalışma hakkına da ağır bir saldırı vardır. Ancak süreç devam ettiğinden raporumuza yansıyan ihlalin boyutu çok sınırlı olmuştur.
7 Ağustos 2015 – 7 Şubat 2016 tarihleri arasında 284 KESK’li sürgün edilmiştir. Bu sürgünlerin çoğunluğu sendika şube yöneticileridir. Sürgünlerle şubeler fiilen kapatılmak istenmektedir. Sürgün sadece çalışan kamu emekçisini değil ailesini ve sosyal çevresini de etkilediği için sonuçları en ağır olan baskı politikalarındandır. Bu nedenle daha çok darbe, sıkıyönetim ya da OHAL gibi hukukun askıya alındığı dönemlerde yoğunlaşmaktadır. Özellikle son iki yılda artarak devam eden sürgünlerin sayısı giderek darbe dönemlerini de aşan bir karakter kazanmıştır. Sürgünler her ne kadar MEB ve DSİ gibi kurumlarda yoğunlaşsa da genelleşmesi merkezi bir Hükümet politikası olduğunu göstermektedir.
Disiplin soruşturmaları vakalarında elimize ulaşan ihlal sayısı var olanın çok altında olmasına rağmen mevcut tablo çok açık bir cadı avı yürütüldüğünü göstermektedir. Başta 29 Aralık grevi olmak üzere grevlere katıldıkları için haklarında yeni başlayan, liste hazır olup da önümüzdeki günlerde açılacak olan ya da 7 Şubat tarihinden sonra açılmış olup bu rapora dahil etmediğimiz binlerce soruşturma dışında son altı ayda 1390 üyemiz hakkında çeşitli ceza talepleriyle soruşturma açılmıştır. 29 Aralık grevi nedeniyle açılan soruşturmaların 10 bini aşmasını bekliyoruz. Sendikalarımızın gerek ekonomik ve gerekse de diğer tüm olanaklarımızın hak ihlallerinin takibine ayrılması,kriminalize edilmesi, altının boşaltılarak eylem ve etkinlik yapamaz hale getirilmesi ve böylece tabelası olsa da fiilen kapatılması hedeflenmektedir.
Açılan soruşturmalar sonucu 4 kişiye kademe ilerlemesi cezası verilmiştir. Bilindiği üzere aynı konuda tekrarı ya da toplamda 3 kademe ilerleme cezası memuriyetin sonlandırılması ile sonuçlanmaktadır. Altı aylık dönemde en az 103 kişi ise aylıktan kesme ve idari para cezaları ile cezalandırılmıştır.Sendikamız HABER SEN üyelerine yönelik açılan kimi disiplin soruşturmalarında verilen kınama cezaları daha sonradan kaldırılmış ise de soruşturma gerekçe gösterilerek ya sicil notu düşürülmüş ya da sürgün edilmişlerdir.
En az 29 kişi işten çıkarılmış ya da işten çıkarılması talebiyle ilgili kurumun yüksek disiplin kuruluna sevk edilmiştir. Bu ciddi bir rakam olup AKP’nin 17 Şubat 2016 tarihinde yayınlanan 2016/4 sayılı genelgesinden çok önce fiiliyatta kamuda muhalif emekçilere yönelik bir tasfiye başlatıldığını göstermektedir.
İşyerlerinde sendikal ayrımcılık ve sendikal faaliyetlerin engellenmesi ihlallerinde de kaygı verici bir artış yaşanmaktadır. 76 arkadaşımıza yönelik bu türden ihlaller yaşanmış olup en az 56 arkadaşımız ciddi mobbinge maruz kaldıklarını rapor etmişlerdir. Kaldı ki çoğu üyemiz daha fazla mobbinge uğramamak için ihlalleri rapor etmemekte, isminin raporlara yansımasını istememektedir. Daha da vahimi çatışmaların yoğunlaştığı illerde güvenlik güçleri kimi sendika üyelerimize “Niçin KESK’e üyesin, orada ne işin var, senin için iyi olmaz” türünden tehditlerde bulunmuş, gözdağı vermişlerdir. Ayrıntılı raporumuzda bu ihlallerin sınır tanımaz şekilde nasıl hayata geçirildiğinin örnekleri mevcuttur. Bazı örneklerde görüleceği üzere çoğu ihlale yandaş sendika temsilcileri de ortak olmuş, sendikalarımızdan istifa etmeleri için üyeler üzerinde baskı kurmuşlardır. Yine görevde yükselme sınavlarında sendikalarımızın üyeleri yazılı sınavlarda aldıkları yüksek puanlara rağmen mülakatlarda elenerek sırf üyesi olduğu sendika KESK’e bağlı olduğu için cezalandırılmışlardır.
Bu süreçte emekliliğe zorlama yönünde de baskılar geliştiğini görmekteyiz. Hükümet 14 yıllık kadrolaşmasını yetersiz görmüş olmalı ki yeni kadrolaşmanın önünü açmak için açlık sınırı altındaki emekli maaşı yüzünden ömrünün son yıllarını çalışarak harcamak zorunda kalanları da emekli olmaya zorlamaktadır. Bu baskıya maruz kalan en az 403 kişi bildirilmiştir.
Öte yandan açık mahkeme kararlarına rağmen hala bazı işyerlerinde hukuka aykırı şekilde parmak izi alınması uygulaması ile karşılaşılmış, 866 kamu emekçisi bu uygulamaya maruz kalmıştır.
Bilindiği üzere aylardır Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri olmayan sokağa çıkma yasakları ve şehir savaşı uygulamaları ile karşı karşıyayız. Binlerce kamu emekçisi SMS’lerle görevlerinden uzaklaştırıldığı gibi yüzbinlerce öğrenci de eğitim ve öğrenim hakkından mahrum bırakılmıştır. Sokağa çıkma yasaklarının uygulandığı ilçelerde yaralılara müdahale eden 3 sağlık emekçisi ve bir posta dağıtıcısı açılan ateş sonucu yaşamını yitirmiş, evinin balkonunda bulunan bir kişi de şarapnel parçasıyla yaralanmıştır. Hizmet içi eğitim adıyla görev yerlerinden ayrılmak zorunda bırakılanlar gittikleri yerlerde de çeşitli zorluklarla karşılaşmışlardır.
Altı aylık dönemde demokratik eylem ve etkinliklerin sendikaların belirlediği çerçevede gerçekleşip gerçekleşmediği, iş yerlerinde sendikal dokümanların rahatça dağıtılıp dağıtılmadığı, sendikal izinlerin kullanılıp kullanılmadığı gibi temel sendikal faaliyetlerin durumuna baktığımızda da tablonun pek parlak olmadığı görülmektedir. En az 3 vaka ile sendikal materyallerimizin dağıtımı engellenmiş, 259 arkadaşımız demokratik eylem ve etkinlik yapma hakkından mahrum bırakılmıştır. Rapor edilen iki olayda da eylem ve etkinliğe fiziki saldırı gelişmiştir. 3 etkinliğe müdahale sonucu ise çok sayıda kişi yaralanmış, tedavi görmüştür.
Vahim durumlardan biri de gözaltı ve tutuklamalarda yaşanan artıştır. Siyasi parti ve demokratik kitle örgütü temsilci ve üyelerine yönelik son bir yıldır binlerle ifade edilen gözaltı ve tutuklamalardan 102 arkadaşımız da nasibini almıştır. Bu sayıya her gün yenileri eklenmektedir. Yaygınlık gösteren bir diğer baskı da 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet iddiasıyla açılan davalardır. Son altı ayda en az 56 arkadaşımıza bu kapsamda dava açılmıştır. İlk kez bu dönemde 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa muhalefet kapsamında ev baskınları yapılmış, üyelerimiz gözaltına alınmıştır.
Başbakana ve Cumhurbaşkanına hakaret adı altında çığ gibi büyüyen soruşturma ve davalar Ortaçağ’daki engizisyon mahkemeleri sürecini anımsatmaktadır. O dönemde kiliseye ve yerleşik dogmalara karşı gelmek ceza konusu iken bu dönemde Başbakan ve Cumhurbaşkanını eleştirmek ceza konusu olmaktadır. Eşlerin bu konuda birbirini ihbar ettiği, 12-13 yaşında çocukların bu nedenle gözaltına alındığı eşi benzeri olmayan bir dönemden geçiyoruz. Faşizm ve paranoya bir kez daha birbirini besleyerek kartopu gibi büyümeye devam ediyor. Geçen altı aylık raporumuzda bu kapsamda 15 arkadaşımız hakkında soruşturma açıldığında geçmişle kıyasladığımızda bir rekor iken bu altı aylık dönemde sayı 97’ye çıkmıştır!
Aynı gidişat sosyal paylaşım üzerinden açılan dava ve soruşturmalar için de geçerlidir. 28 Şubat döneminde Batı Çalışma Grubu bünyesinde internet üzerinde denetim yapacak birimler oluşturulduğu gündeme gelmişti. Anlaşılan AKP de kendi birimlerini oluşturmuş ve sadece sosyal medyanın yasaklanması, kısıtlanması değil aynı zamanda davalar açılması yoluyla düşünce ve ifade özgürlüğünün ruhuna fatiha okunmak istenmektedir. Bu dönemde en az 12 sendika üyelerimiz hakkında dava açılmış olup soruşturmalar devam etmektedir. Daha da tehlikelisi Hükümet yanlısı kişi ve troller üzerinden çok sayıda sendika üyesi tehdit edilmekte, hedef gösterilmekte, teşhir edilmektedir. Yaşadığı korku nedeniyle işine gidemeyen ya da bir yakını ile gitmek zorunda kalan ve şehri terk eden sendika üyeleri olmuştur.
Yaşadığımız bu savaş boyutundaki çatışmalı ortamın sonlandırılması ve barış talebiyle 10 Ekim 2015 tarihinde gerçekleştirdiğimiz Emek, Barış ve Demokrasi Mitingine yapılan alçakça saldırıya ilişkin kamuoyu ile geniş bir raporumuzu paylaşmış idik. Bu nedenle burada katliam esnasında 100 ve katliamdaki yaralanma, travma sonrası yaşamını yitiren arkadaşımızla birlikte 101 barış karanfilimizi yitirdiğimizi hatırlatmakla yetineceğiz. Yine 4 aydan fazladır hala yoğun bakımda olan Cihan Andiç arkadaşımızla birlikte 431 kişi bu saldırıda yaralanmıştır. Katliamda sorumluluğu olan Hükümet ve yerel idarecilerden bir kişinin bile istifa etmediğini, dosya ile ilgili bir gelişmenin olmadığını da hatırlatmak istiyoruz.
Tüm bu sınır tanımaz baskı, uygulama ve politikalara rağmen yandaş medyada yapılan yayınlarla bir yandan baskılar kamuoyundan gizlenmekte, diğer yandan başta KESK olmak üzere muhalif sendikal hareketler marjinal yapılar olarak gösterilmek istenmektedir. Yandaş/havuz medya tarif etmekte zorlandığımız şekilde iğrenç karalamalarla, yalan ve saptırmalarla Konfederasyonumuzu ve sendikalarımızı bu dönemde de hedef haline getirme faaliyetlerine devam etmiştir. Son altı ayda bu şekilde 5 “haber” hakkında sendikalarımız gerekli hukuki girişimlerde bulunmuş, dava açmışlardır.
Değerli Basın Emekçileri,
ILO sözleşmeleri, AİHM kararları ve Anayasanın 90. Maddesine rağmen grev hakkımızı engelleyen, yasada adı Toplu Sözleşme olarak tanımlansa da toplu görüşme niteliğinde yürüyen, dolaysıyla TİS hakkımızı kullandırtmayan, örgütlenme özgürlüğüne aykırı, sendikal faaliyetlerimize müdahaleler içeren 4688 sayılı yasadan kaynaklı ihlalleri bu raporumuza yansıtmadık. Ağustos 2015 sonunda biten TİS görüşmeleri sonrasında bir kez daha satış sözleşmesi yapılmış, kamu emekçilerinin 2016-2017 yılları için hak ve çıkarları haraç mezat satılmıştır.
Yandaş konfederasyon dışında kalan sendikal örgütlenmelerin kendi üyesi adına TİS yapma hakkı gasp edilmiştir. TİS masasında kamu emekçisi kadınlar yok sayılmıştır. Emeklilere “açlık sınırında yaşamaya devam edin” denmiştir. Yerel yönetimlerde yandaş sendikanın yaptığı TİS maddelerinden kaynaklı olarak sendikamız üyeleri ağır hak kayıpları yaşamaktadır.
Sonuç olarak; AKP kendisiyle birlikte ülkeyi de hızla uçuruma doğru sürüklüyor. Başkanlık sistemi uğruna içte ve dışta dört elle savaş ve gerilim politikalarına sarılan Saray ve Hükümet ne aykırı bir ses ne de muhalif bir kurum görmek, duymak istemiyor. Dört başı mamur bir tek tipleşme dayatılıyor.
Kamu emekçilerine de dayatılan kapıkulu olmadır.
KESK, bağlı sendikaları ve yüzbinlerce üyesi ne geçmişte ne de bugün kapıkulu olmadı, olmayacak. Fiili, meşru, birlikte ve ortak mücadele anlayışımız doğrultusunda, büyük bir dayanışma ağını kurarak baskıları göğüsleyecek ve püskürteceğiz.
Mücadelemizi başta ILO olmak üzere uluslararası emek örgütlerinin gündemine de taşıyacak, her ne kadar kararlarını tanımasalar da, saygı duymasalar da hukuki boyutta da sürdürmeye devam edeceğiz.