13 Ocak 2017 tarihinde kamu emekçileri ve emeklileri, ihraç,-açığa alma-OHAL ve KHK’ların gölgesinde 2 gün sonra 2017 yılının ilk maaşlarını alacak. OHAL koşullarında hem sendikal hak ve özgürlüklerimizi hedef alan saldırılara hem de mali alandaki kayıplarımıza ilişkin Konfederasyonumuzda bugün sendika genel merkez MYK’larımızın da katılımıyla basın açıklaması gerçekleştirildi.
Konfederasyonumuz Eş Genel Başkanı Şaziye Köse’nin gerçekleştirdiği basın açıklaması aşağıdadır.
NE İŞİMİZDEN, EKMEĞİMİZDEN NE DE İNSANCA YAŞAM TALEBİMİZDEN VAZGEÇMEYECEĞİZ!
Takvimler bugün 13 Ocak 2017 tarihini gösteriyor. Gözümüzü zamla açtığımız, bin bir türlü zorluk içinde borçla harçla ayakta kalmaya çalıştığımız bir yılı geride bıraktık. 3 milyona yakın kamu emekçisi ve 2 milyona yakın kamu emekçisi emeklisi olarak iki gün sonra yılın ilk maaşlarını alacağız.
2016 yılını tüm hesap oyunlarına rağmen %8,53 oranındaki resmi enflasyonla kapattık. Bugünlerde ise medyada yılın ilk ayında maaşlarımızın ne kadar artacağına ilişkin haberler yapılıyor. Hükümet ve “tarihi başarılara” imza atan malum konfederasyonun 3. Dönem “Toplu Sözleşmesi’nde” mutabık kaldığı %3 oranındaki 2017 Ocak ayı artışının maaşlarımıza nasıl yansıyacağına ilişkin tablolar yapılıyor.
Ancak bugün ne yazık ki dolar kurunda yaşanan olağanüstü artış, yüksek enflasyon, adaletsiz gelir vergisi dilimleri sonucunda her geçen gün daha kötüye giden mali tablomuzun ikinci planda kaldığı bir süreç yaşıyoruz.
Çünkü anayasa ve yasalarla, uluslar arası sözleşmelerle güvence altına alınmış çalışma hakkımız, iş güvencemiz OHAL ile birlikte fiili olarak ortadan kaldırılmıştır.
Çalışma Bakan’ın üç gün önce açıkladığı rakamlara göre OHAL KHK’leri ile 97 bin 679 kamu emekçisi neyle suçlandığını dahi bilmeden, sorgusuz- sualsiz memuriyetten çıkarılmıştır, on binlercesi açığa alınmıştır. Yine Çalışma Bakan’ın açıkladığı rakamlara göre 37 bin 677 kamu emekçisi halen açıktadır.
Bugün geldiğimiz noktada kamu emekçileri güne “acaba bugün bir KHK çıkacak mı, beni de açığa alacaklar mı, ya da ihraç edecekler mi” tedirginliği ile başlar hale getirilmiştir. Yaşananlardan tedirgin olmamak mümkün değildir. Çünkü hukukun ayaklar altına alındığı, ihbar ve fişlemelerin temel alındığı bu süreçte hiçbir kamu emekçisinin ihraç edilmeme, açığa alınmama garantisi yoktur.
İşin özü siyasal iktidar ihraçlar ve açığa almaları kamu emekçilerine karşı adeta bir silah olarak kullanmaktadır. İşini, ekmeğini kaybetme korkusu ile yaşayan kamu emekçilerine ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışmaktadır.
Çalışma hakkı, iş güvencesi OHAL ile fiilen ortadan kaldırılan kamu emekçileri olarak mali tablomuz da her geçen gün daha fazla kararıyor.
Hükümet kanadından yapılan açıklamalara bakıldığında her şey yolunda, ekonomi tıkırında. Ne de olsa Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 12 Aralık’ta hesaplama yöntemini değiştirmesiyle birlikte 2015 yılı kişi başı milli gelirimiz 9.257 dolardan 11.014 dolara çıktı.
Böylece cebimize girmese de hepimiz 1.757 dolar daha zenginleştik. Üstelik sadece kişi başına mili gelirimiz artmadı, ekonomimizin tüm kırmızı alarm göstergeleri de bir gecede pembeleşti.
KESK olarak Türkiye’de resmi verilerin halkın çalışma ve yaşam koşullarını hiçbir zaman doğru yansıtmadığına dikkat çekiyoruz. Ancak gerçekleri çarpıtma, halka hayal satma konusunda bu kadar “ustalığı” hiçbir dönem yaşamadık!
Sözlerimin başında da ifade ettim. 2015 yılı kişi başına milli gelirimizi 1.757 dolar artıran TÜİK rakamlarına göre 2016 yılını %8,65 enflasyonla kapattık. Böylece 2015-2017 Orta Vadeli Programda %5 olarak tahmin edilen, daha sonra %6,5 olarak revize edilen, en son bütçede %7,5’a çıkarılan enflasyon hedefi bir kez daha ıskalanmış oldu.
Tüm bu rakamlara rağmen hükümet asgari ücretliyi, işçiyi, kamu emekçisini enflasyona ezdirmediği nutukları atmaya devam ediyor.
Oysa dolar kurunun tavan yaptığı, iğneden ipliğe her şeyin zam furyasına tabi tutulduğu koşullarda çarşıda, pazarda, mutfakta yaşanan gerçek enflasyon oranı ile TÜİK’in resmi enflasyonun uzaktan yakından bir ilgisi olmadığını bu ülkede artık çocuklar bile biliyor.
2016 yılının hemen başında 0,75 Kuruş olan ekmeğin fiyatının %33 zamla 1 TL’ye çıktığı, dolar kuruna göre değişen doğalgaz, elektriğe, ulaşım zamlarının otomatiğe bağlandığı, köprü ve otoyollara yüzde 20 ile yüzde 48 muayene katılım paylarına yüzde 20 ile yüzde 60 arasında zam yapıldığı, son bir ay içinde yumurtanın fiyatının %100 arttığı, sebze fiyatlarının el yaktığı koşullarda enflasyonunun %8,53 olduğuna inanmak mümkün değildir.
(TÜİK) tarafından açıklanan resmi enflasyonla, sokakta-çarşıda-pazarda yaşadığımız gerçek enflasyon arasında en az yarı yarıya bir fark vardır. Dar gelirli tüm kesimler, asgari ücretli, emekli, kamu emekçisi bu farkı her gün gittikçe eriyen maaşlarında, ücretlerinde iliklerine kadar zaten yaşıyor. Özellikle maaş artışlarımıza tekabül eden aylara doğru enflasyon rakamları her ne hikmetse birden bire inişe geçiyor.
Peki, TÜİK’in açıkladığı resmi enflasyon arasındaki fark nereden kaynaklanıyor?
Her şeyden önce TÜİK’in resmi enflasyonu toplumun alt ve üst gelir grupları arasındaki farkı görmezden geliyor. 12 ana harcama grubunda, dört yüzden fazla ürüne-maddeye yer verilen sepetin temel alındığı hesaplamada enflasyonun multi milyarder için de asgari ücretli için de aynı oranda olduğu varsayılıyor.
Oysa içinde kamu emekçileri olarak bizimde bulunduğumuz toplumun alt gelir grupları ellerine geçen paranın büyük bölümünü gıda, kira-barınma, ulaşım giderleri için kullanmaktadır. Buradan kısabildiğini önce eğitime, sağlığa ayırmaktadır. En son giyime, eğlenceye harcama yapabilmektedir.
Öte yandan alt gelir grupları TÜİK’in enflasyon sepetinde, gıda ve alkolsüz içki ana harcama grubunda olan yer alan 120 maddenin tümünü tüketmiyor. Olanaklarına göre ağırlıklı olarak 10-15 maddeyi tüketiyor. Bunlar da ekmek, peynir, zeytin, yumurta, yoğurt, süt, baklagiller, patates ve özellikle bugünlerde fiyatları en çok artan sebzelerdir. Üst gelir grupları ise alt gelir grupları için öncelikli olan kalemlere daha az harcama yapmaktadır. Kısacası yoksul ile zenginin yaşadığı enflasyon aynı değildir.
Buna rağmen TÜİK hesaplamalarında ana harcama grubunda yer alan “Gıda ve Alkolsüz İçecekler”, “Konut, “Ulaştırma” gruplarının ağırlığını düşürerek yaşanan gerçek enflasyonu yansıtmamaktadır.
Aşağıda yer alan tablodan da görüleceği üzere;
Ana harcama gruplarından “Gıda ve Alkolsüz İçecekler” in ağırlığı 2010 yılında % 27,6 iken yani enflasyon hesabında hane halkının 2010 yılında eline geçen her 100 TL’nin 27,6 TL’lik bölümünü gıda ve alkolsüz içeceklere harcadığı temel alınırken, bu oran hane halkı bütçe anketi aracılığı ile 2014 yılında %24,45’e 2016 yılında ise %23,68’e düşürülmüştür. Bu yıl ise hane halkı bütçe anketine bile gerek duyulmadan %20’ye düşürülmesi planlanmaktadır. Böylece alt gelir gruplarının yaşadığı gerçek enflasyona resmi perde çekilmektedir.
Tablo 1: Enflasyon Hesabında Harcama Gruplarının Endeksteki Ağırlığı (%) |
|||
Ana Harcama Grubu |
2010 |
2014 |
2016 |
Gıda ve Alkolsüz İçecekler |
27,6 |
24,45 |
23,68 |
Alkollü İçecekler ve Tütün |
5,31 |
5,29 |
4,98 |
Giyim ve Ayakkabı |
7,3 |
7,17 |
7,43 |
Konut |
16,83 |
16,41 |
15,93 |
Ev Eşyası |
6,78 |
7,52 |
8,02 |
Sağlık |
2,55 |
2,44 |
2,66 |
Ulaştırma |
13,9 |
15,54 |
14,31 |
Haberleşme |
4,94 |
4,7 |
4,42 |
Eğlence ve Kültür |
2,83 |
3,36 |
3,81 |
Eğitim |
2,48 |
2,26 |
2,56 |
Lokanta ve Oteller |
5,51 |
6,58 |
7,47 |
Çeşitli Mal ve Hizmetler |
3,97 |
4,28 |
4,73 |
Tekrar altını çiziyoruz. Bu perde kaldırıldığında toplumun alt gelir grubunun gerçek enflasyonun TÜK’in açıkladığı %8,53 oranını katlayacağı görülecektir. TÜİK’e gelir gruplarına göre enflasyon hesaplaması yaparak bunu kamuoyu ile paylaşması yönündeki girişimlerimiz ne yazık ki bugüne kadar karşılık bulmamıştır.
Değerli Basın Emekçileri
Bir ülkede çalışanların satın alma gücünü, refah durumunu gösteren kriterlerden biri de o ülkede yaşanan açlık ve yoksulluk sınırıdır.
Konfederasyonumuz Araştırma Birimi KESK-AR’ın 2016 Aralık ayı açlık ve yoksulluk sınırı çalışmasına göre;
Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için gereken aylık gıda harcaması tutarı, yani açlık sınırı 1.563 TL,
Gıda harcaması ile birlikte giyim, konut, kira, elektrik, su, yakıt, ulaşım, eğitim, sağlık ihtiyaçları için zorunlu diğer aylık harcamaların toplam tutarı yani yoksulluk sınırı 4.694 TL,
Bir çalışanın (bekar) aylık yaşam maliyeti ise 1.783 TL dir.
Bu rakamlar ortalama 2.700 TL maaş alan kamu emekçileri olarak yoksulluk sınırından uzaklaşıp açlık sınırına daha yakınlaştığımızı göstermektedir.
Tablo 2: 2016 Aralık Ayı Açlık –Yoksulluk Sınırı
TANIM |
TL |
Açlık Sınırı |
1.563 |
Yoksulluk Sınırı |
4.694 |
1 Çalışanın (bekar) Yaşam Maliyeti |
1.783 |
Satın alma gücünü gösteren kriterlerden biri de gelirin, uluslar arası kabul gören döviz karşısındaki değeridir.
Bu açıdan bakıldığında kamu emekçilerinin satın alma gücünün ciddi şekilde eridiği görülecektir. Bir örnekle açıklayacak olursak 15 Temmuz 2016 yılı itibariyle bir öğretmenin ortalama maaşı 2.628 TL’dir. 15 Temmuz tarihinde bir öğretmen maaşı ile 906 ABD doları (1 $ = 2,90 TL) alabiliyorken, 12 Ocak 2016 itibariyle maaşının karşılığı 684 ABD dolarına (1$ =3,84 TL) gerilemiştir.
Sadece son yedi ay içinde ortalama maaş alan bir öğretmenin ABD doları bazındaki net kaybı cari olarak 852,5 TL’dir. Bu rakamlara vergi artışları ve enflasyondan kaynaklanan kayıpları da eklediğimizde satın alım gücündeki azalmanın daha fazla olduğu görülmektedir.
Tüm bunların yanı sıra vergi yükü de bu ülkenin emekçi sınıflarının omzundadır.
598 Milyar TL olarak açıklanan 2017 bütçesi gelirlerinin % 85,5‘una tekabül eden 511 Milyar TL’lik kısmı halktan toplanan vergilerden karşılanacak. 2017 büyüme hedefini %4,4, enflasyon hedefini %6,5 olarak belirleyen siyasi iktidar büyük bölümünü emekçi kesimlere yıktığı vergileri ise geçen yıla göre %13,5 artırmıştır. Bu yaklaşık 15 milyar liralık ek vergi zammı demektir.
Peki, bu ek vergi zammı kimden alınacak?
Bu soruya en net yanıtı “Yatırımı teşvik için öyle vergi indirimi ve istisnalar getirdik ki 2017 yılında 102 milyar liralık vergiden vazgeçtik” diyen Maliye Bakanı vermiştir. Bunun anlamı sermayeden, patronlardan alınmasında vazgeçilen verginin ücretli-maaşlı kesime yıkılmasıdır.
Bugüne kadar, yatırımı, üretimi, istihdamı teşvik etme gerekçesiyle ‘vergi affı’, ‘sosyal güvenlik primi affı’, ‘vergi barışı’ gibi farklı adlarla sermayeye, patronlara defalarca kolaylık sağlanmıştır. Bordro mahkumu işçilerin, kamu emekçilerinin, emeklilerin peşin peşin ödediği vergiden patronlar defalarca muaf tutulmuştur. Sermayeye, patronlara tanınan bu kolaylıklar ne işgücü istihdamına ne de yatırımlara, dolayısıyla ne de üretime yansımıştır. Buna rağmen neredeyse iki yılda bir devlet eliyle vergi kaçırmayı teşvik eden ‘af’ların çıkarılması adetten olmuştur.
Sermayeye, büyük patronlara, yandaşlara, kara para aklayanlara her türlü vergi, teşvik kolaylığı sağlanırken sıra emekçi sınıflara gelince artan oranlı gelir vergisi tarifesi devreye sokulmaktadır.
Nitekim 2017 yılı Gelir Vergisi Tarifesi ile yükün yine işçilerin, emekçilerin sırtına yıkılacağı netleşmiştir. Buna göre %15 oranında gelir vergisi kesilen brüt kazanç dilimi üst sınırı sadece 400 TL artırılarak 12.600 TL’den 13.000 TL’ye çıkarılmıştır. Böylece kamu emekçileri olarak bir üst gelir vergisi dilimine bu yıl daha erken gireceğiz. Dolayısıyla maaşlarımızdan kesilen gelir vergisi de artacaktır.
Böylece 2017 yılının ikinci ayında maaşlarımızda yapılacak %4 artış, cebimize girmeden vergiye gidecektir. Hatta bazı kamu emekçilerinin maaşı düşecektir.
Buna göre düşük maaş alan kamu emekçileri Eylül, ortalama maaş alanlar Temmuz, göreceli yüksek maaş alanlar ise Nisan ayından itibaren bir üst vergi dilimine girecektir. Bunun için 2017 yılı Temmuz ayında yapılacak %4 artış kamu emekçilerinin büyük bölümüne %0,5 ile %1,7 arasında yansıyacaktır.
Gelir vergisine esas kazançları yüksek olan kamu emekçileri, özellikle 399 sayılı KHK’ya tabii personel gelir vergisi bakımından en mağdur kesim olacak. Diğer kamu emekçilerine nazaran yan ödemeler, özel hizmet tazminatları gibi gelir vergisine esas kazancı yükseltici geliri olan söz konusu çalışanların büyük bölümü en geç dördüncü ayda %20’lik dilime girecek ve Temmuz 2017’de yapılacak %4 artışa rağmen maaşları düşecek.
Üstelik maaşlarından, ücretlerinden kaynakta kesinti yapılan işçiler, emekçiler olarak sadece gelir vergisi yükümüz artmayacak. Vergi gelirlerinin %70 ‘ni oluşturan KDV, ÖTV gibi dolaylı vergilerin yükü de yine bizim omuzlarımıza yıkılmış durumdadır.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi 45 yaş altında olan tüm çalışanları aşamalı olarak kapsamayı hedefleyen Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) yerel yönetimler ve KİT’ler hariç tüm kamu kurum ve kuruluşlarında Nisan ayında başlayacak.
Buna göre isteyen, emeklilik planına dahil olduğunun kendisine bildirildiği tarihi takip eden iki ay içinde sistemden çıkabilecek.
Sistemde kalanların prime esas kazancından yani giydirilmiş brüt maaşından (brüt maaş + varsa ikramiye ve sosyal haklar tutarı toplamı) %3’ü oranında kesinti yapılacak.
Kısacası son günlerde TV reklamlarında allanıp-pullanan sistem çalışanları değil, özel sigorta şirketlerini, patronları BES’lemeyi hedefleyen bir sistemdir. KESK olarak tüm çalışanları sosyal güvenliğin özelleştirilmesi yönünde atılan son adım olan BES’e karşı “cayma hakkını” kullanmaya çağırıyoruz.
Tüm bunlara rağmen sendikal haklarımızı ortadan kaldıran OHAL düzenine, bu düzenin kalıcı hale getirilmek istendiği tek adam diktasına dayalı anayasa değişikliklerine sessiz kalmamız bekleniyor. Maaşlarımızı her geçen gün daha fazla eriten enflasyonu, omuzlarımıza yıkılan vergi yükünü görmezden gelmemiz, yandaş konfederasyon yönetimi ve hükümetin mutabık kaldığı sefalet oranlarındaki maaş artışları ile yetinmemiz isteniyor.
Tekrar vurgulayacak olursak ihraçlarla ve açığa almalarla bize ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. Biz ne ölüme ne de sıtmaya razı olmayacağız.
Hep altını çizdiğimiz üzere, bir ülkede emeğin haklarını korumanın, kazanımlarını kalıcı hale getirmenin tek yolu o ülkede demokrasinin, barışın, adaletin, hukukun üstünlüğünün tesis edilmesinden geçmektedir.
Bugün önümüzdeki en büyük engel sendikal hak ve özgürlüklerimizi kullanamaz hale getiren OHAL-KHK rejimidir. Bunun için sendikalı, sendikasız tüm kamu emekçilerine çağrıda bulunuyoruz.
Gelin, OHAL-KHK rejimine, emeğimizi, alın terimizi gasp etmek isteyenlere karşı omuz omuza birlikte olalım.
İnsanca yaşam ve insanca çalışma için,
Çalışma hakkımızı, iş güvencemizi fiili olarak ortadan kaldıran tüm saldırıların durdurulması,
Maaşlarımızın gerçek enflasyon oranında artırılması, kayıplarımızın telafi edilmesi,
Gelir vergisi dilimlerindeki adaletsizliğin ortadan kaldırılması,
Ek ödemlerin emekli aylığımıza dahil edilmesi temel taleplerine birlikte sahip çıkalım.
Son olarak, yurdun dört bir yanında ihraç edilmiş, açığa alınmış, kamu emekçileri sendikal mücadelesinin yüz akı, onurlu KESK’lilere seslenerek sözlerimizi tamamlamak istiyoruz.
Ve diyoruz ki bugün Ankara’nın insanın içine işleyen ayazı pırıl pırıl bir güneşle dağılıyor.
Şairin dediği gibi
Yarın farklıdır bugünden,
Adı değişir hiç olmazsa,
Kara bir suyu
Geçiyoruz şimdilerde
Basarak yosunlu taşlara.
Sen bugünden yarına
Birazcık umut sakla
Evet, karanlık bir tablo ile karşı karşıyayız, Ama yarın farklı olacak bugünden.
Evet, işimiz zor. Hem de çok zor. Ama unutmayalım ki her kışın bir baharı vardır.
Ana sütümüz kadar helal olan işimizi, ekmeğimizi hep beraber geri alacağız. Çünkü haklıyız. Ve umut haklı olmanın gizli öznesidir.
Bugünde yarına umut saklayacağız. Hem de birazcık birazcık değil, hep beraber paylaşarak, büyüterek.
Er ya da geç:
Emek kazanacak,
Demokrasi kazanacak,
Barış ve kardeşlik kazanacak,
İnsanca Bir Yaşam Mücadelesi Kazanacak,
Biz Kazanacağız!