Kamu İstihdamı Güvencesizleşirken ‘Taşerona Kadro’nun Anlamı
Erkan Aydoğan 14 Aralık 2017
Hükümet, yarısına yakını belediyelerde olmak üzere, kamuda çalışan yaklaşık 850 bin taşeron işçisinin kadroya alınacağı açıkladı. Kamuda taşeronda çalışan işçiler önce ‘güvenlik soruşturması’ ardından yazılı ve/veya sözlü sınavdan geçerek, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun (DMK) 4-d maddesine göre istihdam edilecekler.
657 sayılı DMK’nın 4-d maddesine göre ‘sürekli işçi’ statüsünde istihdam edilecek işçilere şu anda aldıkları aylık neyse onun üzerinden ücret verilecek. Bu kişiler hangi kurumun, hangi biriminde, hangi işi yapıyorlarsa aynı işi yapmaya devam edecek. Taşeron işçilerin kadroya geçirildiği söylense de, kadrolu işçilerle aynı haklara sahip olup olmayacakları henüz belli değil. Belediyelerde çalışan işçiler ise, iddia edildiği gibi kadrolu olarak değil, belediye şirketlerinin bünyesinde çalışmaya devam edecek.
İKTİDARIN LÜTFU DEĞİL, İŞÇİLERİN KAZANIMI
Kamu istihdamı ya da özel sektör ayrımı yapılmaksızın, çalışma yasalarının emekçiler aleyhine değiştirildiği, esnek ve güvencesiz istihdamın, angarya çalışma ve performans uygulamalarıyla iş güvencesinin altını boşaltan adımların atıldığı bir dönemde hükümet, kamuda çalışan taşeron işçilerin kadroya alınacağı açıkladı. Bu konuda çok sayıda mahkeme ve yüksek yargı kararları olmasına rağmen, yıllardır sürüncemede bırakılan taşeron işçilerin ‘sürekli işçi’ statüsüne geçirilmesini, iktidarın bir lütfu değil, yıllardır kadro talep eden taşeron işçilerin kazanımı olarak değerlendirmek gerekir.
2004 yılında kamuda istihdam edilen taşeron işçi sayısı sadece 3 bin 183 iken, 2017 yılında 850 bine çıkmış. Başka bir ifade ile kamudaki taşeron işçi sayısı 13 yıl içinde 267 kat artmış. Taşeron işçilerin sayısının artmasına paralel olarak, Türkiye’de işçilerin çalışma koşulları, ücretleri ve sosyal haklarında ciddi anlamda geriye gidişler yaşandı.
KAMUDA ‘ŞİRKET TİPİ’ İSTİHDAMA GEÇİLDİ
Geçtiğimiz yıllar içinde çalışma yasalarında yapılan değişikliklerle hem kamu hem de özel sektör istihdamı pek çok açıdan birbirine yaklaştırıldı. Bugün gerek 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun (DMK) 4-A maddesine göre istihdam edilen kamu emekçileri, gerekse 657 sayılı DMK’nın 4-D maddesine göre çalışan kamu işçileri açısından bundan 15-20 yıl önceki anlamıyla bir iş güvencesinden ya da yaygın olarak bilinen anlamıyla ‘kadrolu/güvenceli çalışma’ durumundan bahsetmek mümkün değil.
Taşeron işçiler her ne kadar taşeron şirketler bünyesinde ‘her an işten atılma’ korkusuyla çalışmaktan kurtulduklarını düşünseler de, son yıllarda gerek kamu emekçileri, gerekse kamu işçileri açısından şirket tipi istihdamın benimsendiğini, kamu kurumlarının uzun bir süredir tamamen piyasacı bir mantıkla ve ‘şirket kültürü’ ile yönetilmeye başladığını unutmamak gerekiyor. Bu açıdan bakıldığında ‘taşerona kadro’ uygulamasının bilinen anlamıyla ne kadar kadrolu/güvenceli çalışma anlamına geldiği tartışmalı.
‘Taşerona kadro’ konusu ile ilgili yasal düzenlemenin ayrıntıları henüz kamuoyu ile paylaşılmamış olmasına rağmen, taşeron işçilerin kadroya alınması konusunda paylaşılan haberlerin ne kadar gerçeği yansıttığını, taşeron işçiler açısından değişen bir durum olup olmadığını zaman gösterecek. Ancak bugünden bilinen bir şey var ki, Türkiye’de ne kamu eskisi gibi, ne de kamu istihdamı açısından somut bir ‘iş güvencesi’ durumundan bahsetmek mümkün.
KAMUDA İŞ GÜVENCESİNİN ALTI BOŞALTILIYOR
Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, geçtiğimiz hafta Türkiye’nin ‘OECD ülkeleri içinde en katı işgücü piyasası rejimine sahip, işe almanın ve işten çıkarmanın çok maliyetli bir ülke olduğunu’ söyleyerek, hükümet olarak işten çıkarmayı kolaylaştırılacak önlemler alınacağını açıkladı. Bu açıklamanın taşeron işçilere ‘kadro müjdesi’ verilmesiyle aynı zamana denk gelmiş olması dikkat çekici.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) Türkiye’yi yıllardır istihdam biçimleri ve çalışma koşulları açısından en katı mevzuata sahip ülkeler arasında gösteriyor. OECD her yıl, tek tek ülkelerin istihdam yapılarını ve çalışma yasalarını inceleyerek, çalışma mevzuatının işçilerin haklarını ne kadar koruduğuna bakıyor. Her ülke için ‘işe alma/işten atma’ endeksleri oluşturuyor. Bu endeks ile hangi ülkelerde işçilerin daha kolay işten atıldığı ya da işe alındığı belirlenerek, ilgili ülkelerin yabancı sermaye yatırımları için uygun olup olmadığı rapor ediliyor.
Hükümet bir taraftan işten atmayı kolaylaştıracak adımlar atmanın planlarını yaparken, diğer taraftan taşeron işçileri ‘sürekli işçi kadrosu’na alacak olması çelişkili bir durum. Özellikle OHAL sürecinde iş güvencesinin altının tamamen boşaltıldığı, siyasal kadrolaşmanın arttığı, liyakat yerine torpilin, kayırmacılığın ve iktidara ‘mutlak sadakat’in egemen olduğu bir yönetim anlayışının oluştuğu koşullarda.
OHAL KHK’leri ile hukuksuz bir şekilde 112 bin kamu personelinin ihraç edildiği, başta öğretmen atamaları olmak üzere, hemen her alanda mülakata dayalı sözleşmeli istihdamın benimsendiği, sözleşmeli olarak ataması yapılan öğretmenlerin bile ‘güvenlik soruşturması’ gerekçe gösterilerek sözleşmelerinin iptal edildiği bir ortamda, vaat edilen hiçbir kadronun ‘güvenceli istihdam’ anlamına geldiği söylenemez.
İŞ GÜVENCESİ KAĞIT ÜSTÜNDE KALACAK
Bugüne kadar kamu istihdamına yönelik olarak yapılan her yasal düzenleme ve fiili uygulamanın temel hedefi hükümetin siyasal ihtiyaçlarına uygun bir istihdam yapısı yaratmak olduğu biliniyor. Bunun için öncelikle merkezi sınav uygulamasının (KPSS) etkisini kırmak ve kamu istihdamında sözlü sınavın, başka bir ifadeyle torpilin ön plana çıkarılması için 15 Temmuz darbe girişimi tarihi bir fırsat olarak kullanıldı. Böylece memur alım sistemi başta olmak üzere, kamu istihdam politikalarında önemli değişiklikler yapıldı. Benzer durum, kamuda istihdam edilen ya da edilecek işçiler açısından da geçerliliğini koruyor.
Sosyal güvenlik ve sağlık sistemlerinin emekçiler aleyhine değiştirilmesi, kamuda yeterli atamanın yapılmaması, hemen her alanda sözleşmeli istihdamın temel alındığı bir ortamda kadrolu ve güvenceli istihdamdan bahsetmek ne kadar mümkün?
Türkiye’de kamu istihdamının hükümet eliyle iki temel mantık üzerine kurulmaya başladığını söylemek mümkün. Birincisi yapılan işin, işyerinin, mesai saatinin, çalışma şekillerinin belirlenmesinde keyfiyet, bununla birlikte ekonomik, sosyal ve sendikal hakların sınırlarının sendikalar değil, hükümet tarafından belirlenmesi. İkincisi ise çalışma düzeni ve koşullarının hükümet tarafından atanan ‘siyasal kadroların’ insafına bırakılması. Böylece kamu personelinin sadece çalışma yaşamında değil, günlük yaşamının her alanında iktidarın denetimi ve gözetimi altında birer ‘kurşun asker’ haline getirilmesi hedefleniyor.
İşe alma/işten çıkarma süreçlerinin kolaylaştırıldığı, her açıdan piyasa koşullarına göre istihdam edilecek, ‘rekabet’, ‘verimlilik’, ‘bireysel performans’ ve ‘angarya çalışma’nın temel alınmaya başlandığı bir kamu istihdam rejiminde ‘kadro’ ve ‘iş güvencesi’ kavramlarının büyük ölçüde kağıt üzerinde kalması kaçınılmaz görünüyor.