Yıllardır çekilen onca acıdan sonra Türkiye halklarının barış ve kardeşlik taleplerinin yeniden konuşulduğu bir dönemde kutlanacak olan Ortadoğu Halklarının bayramı Newroz her zamankinden daha önemlidir.
Günümüzden 4000 yıl önce Gutiler tarafından ‘yeni gün’ anlamına gelen Zagmuk bayram kutlamaları daha sonra Hurri, Kassit, Mitani, Urartu ve Medler zamanında da sürdürülmüştür. Tarihsel köklerini işte bu kutlamalardan alan Newroz M.Ö. 612 tarihinde zalim Dehak’ın zulmüne balyozuyla son veren demirci Kawa’nın önderliğinde başlayan isyanın simgesi olmuştur. O günden beri de sadece Ortadoğu haklarının değil, zulme başkaldıran tüm halkların bayramıdır Newroz.
Bayramlar halkların kültüründe birliği, barışı ve mutluluğu ifade eden günlerdir. Yaşanmış acıların geride bırakıldığı, insanların kucaklaştığı, küskünlerin barıştığı, geleceğe ilişkin umutların tazelendiği en güzel günlerdir bayramlar. Ortadoğu halklarının bayramı olan ve her 21 Mart’ta kutlanan Newroz da böylesi bir bayram olması gerekirken egemenlerce yıllardır ayrımcılık ve halkları birbirine karşı kışkırtmak amacıyla kullanılmaya çalışılmıştır.
Irkçı-şoven söylemler üzerinden oluşturulmak istenen önyargıların arkasında ülkemizde yıllardır hakim olan tekçi, otoriter rejimlerin olduğu açıktır. Türkiye’de binlerce yıldır bir arada kardeşçe yaşayan halkların yıllardır kendilerine reva görülen acılarını geride bırakmasının önündeki en büyük engel, toplumun farklı kesimlerini karşı karşıya getirebilecek tekçi, ötekileştirici nefret söylemlerini sürekli olarak gündemde tutanlar ve bu söylemden beslenenlerdir.
Yıllardır , ‘Tek dil, tek din, tek millet’ olarak formüle edilen Türk-İslam sentezinden beslenen siyasi iktidarlarca halkın dil, ırk, din, mezhep çeşitliliği görmezden gelinmiştir. Farklı olanı ‘potansiyel tehlike’ hatta ‘sapkın’ olarak nitelendiren bu ırkçı-şoven yapı on yılı aşkın bir süredir iktidarda olan AKP tarafından ‘ümmetçilik’ sosuna bulanarak sürdürülmektedir.
Ülkemizin yıllardır kanayan yarası olan Kürt sorunu konusunda anayasal hak eşitliği ve hakların kardeşliğine dayalı bir barıştan yana olanlar elbette ki baskı ve şiddet üzerine kurulu bu sistemden payını almıştır. Bugüne kadar siyasi iktidarların Kürt sorunu karşısındaki çözümsüzlük ısrarı demokrasi ve toplumsal barışın önündeki en önemli engellerden biri olmuştur.
Kürt sorunu ekseninde bugüne kadar yaşanan acıların ve yitirilen 40 binden fazla canın sorumlusu elbette ki anayasal hak eşitliği ve özgürlük talep edenler değildir. Başta gençliğinin baharındaki evlatlarını toprağa veren annelerin yaşadığı acı olmak üzere, ülke olarak yaşadığımız acılardaki en büyük sorumluk; halkları kendi siyasal ve ideolojik hedeflerine ulaşmak için bölen, onları ırkçı-gerici politikalarına yedeklemek için çözümsüzlük politikalarında ısrar eden egemenlere aittir.
Son birkaç aydır barış ve toplumsal uzlaşı için umutların yeniden yeşerdiği bir süreç yaşanmasına rağmen, eşitlik, özgürlük ve demokrasi talep eden tüm kesimler şiddet ve baskı politikaları ile karşılaşmaya devam etmektedir. Sendikacıları, gazetecileri, siyasetçileri-seçilmişleri, avukatları, öğrencileri, kısacası insanca bir yaşam mücadelesi veren herkesi hedefine koyarak gözaltına alanların, tutuklayanların Kürt sorununun çözümü konusunda ‘samimi’ olduğunu açıklamasının tek başına bir anlamı yoktur.
Özgürlük ve demokrasi alanını toplumsal yaşamın her noktasına müdahale ederek daraltan AKP hükümeti, Kürt sorununda izlediği otoriter, baskıcı, tekleştirici yöntemlerle ve sürdürdüğü anti demokratik devlet anlayışı ile yeterince ölüme, acıya ve gözyaşına neden olmuştur. Bu nedenle diyalog ve çözüm sürecini zedeleyecek, umutları yeniden hayal kırıklıklarına dönüştürecek her türlü girişimden uzak durulması sorumluluğu herkesten önce AKP iktidarına aittir.
Barış çağrısının daha güçlü seslendirilmesi, kardeşliğin önüne örülmek istenen kalın barikatların yerle bir edilmesi için tüm emek ve demokrasi güçlerine görev düşmektedir. Çünkü ancak toplumsal yaşamın içerisinde, halkların arasında kurulması ile kalıcı olması mümkün olan bir barışın hayata geçirilmesi egemenlerin ‘samimiyetine’ bırakılamayacak kadar önemlidir. Bu nedenle esas olan emek ve demokrasi güçlerinin mücadelesidir. Savaşa karşı barışı, ırkçılığa ve şovenizme karşı halkların kardeşliğini ilke edinen kamu emekçilerinin örgütü KESK, bu mücadeledeki sorumluluğunu yerine getirmeye devam edecektir.
Bugünün DEHAKLAR’ının tekçi otoriter rejimine, zulüm ve zorbalığına rağmen barış içinde eşit, özgür ve demokratik bir dünya ve ülkede kardeşçe yaşamak hayal değildir. Binlerce yıllık köklü tarihi ve kültürel değerleriyle Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasında yaşayan bütün halklar için barış ve kardeşlik tutumunda ısrar edilmesi, bu ülke topraklarında yaşayan insanlara verilebilecek en büyük hediye olacaktır.
Bunun için, Kürt sorununun demokratik, barışçıl yöntemlerle çözülmemesi nedeniyle yıllardır yaşanan acılar hepimizin yüreklerinde tazeliğini korurken kutlanacak olan 2013 Newroz’u halklar arasındaki kucaklaşmayı sağlamanın bir adımı olmalıdır.
KESK olarak, 2013 Newroz’unda savaşlar karşısında barışın, halklar arasında yaratılmak istenen düşmanlık duyguları karşısında kardeşliğin hakim olduğu bir Türkiye mücadelesini güçlendirmek için bütün kamu emekçilerini dayanışmaya, hak ve özgürlükler mücadelesinde yan yana, omuz omuza olmaya çağırıyoruz.
NEWROZ;
BARIŞ, EŞİTLİK, ÖZGÜRLÜK VE KARDEŞLİK
KÖPRÜSÜ OLSUN!