Tarih
8 Mart’ın üzerinden 100 yılı aşkın bir zaman geçmiş olmasına rağmen, özellikle ülkemizde kadınlar olarak toplumsal konumumuzdan, çalışma yaşamındaki koşullarımıza kadar değişen pek bir şey olmadı.
Yine ev işlerini biz yapıyoruz,
yine çocuklara, hastalara, yaşlılara, özürlülere yalnızca biz bakıyoruz;
yine ev emeğimiz yok sayılıyor,
yine ucuz ve yedek işgücüyüz,
yine kadrosuz ve güvencesiz işlerde çalışıyoruz,
yine fabrikalarda yakılıyor, yine sellerde boğuluyoruz;
yine öldürülüyoruz hem de her gün artarak;
yine evde, sokakta, işyerinde tacize ve tecavüze uğruyoruz;
yine savaşlarda, çatışma dönemlerinde şiddetin en yoğununu biz yaşıyoruz;
yine anadilini kullanamadığı için eğitimde, sağlıkta en mağdur olan biziz,
yine kamusal alanlar bize kapalı,
yine karar alma mekanizmalarında yokuz,
yine, yine, yine.
Yine diye başlayan sorunlarımız azalacağına çoğalıyor sürekli, ama nereye kadar.
Yaşadığımız ülkede özellikle AKP hükümeti döneminde yasaların ve ulusal politikaların bütününde kadınları birey olarak gören bir yaklaşımın değil geleneksel aileyi kutsayan; kadın ve erkeklerin toplumsal rollerini pekiştiren bir yaklaşımın hakim kılınmaya çalışıldığını görmekteyiz. Meclisteki kadın milletvekili oranı %8,8, belediye başkanı oranı %0,9’ken; “güçlü” bir devletin ancak kalabalık, genç nüfus ile olacağı fikri taşıyan, herkese 3 çocuk doğurun diyen, kaymakamlara evlenin talimatı veren bir başbakanın; evlilik yaşının 17’den 14’e düşürülmesini teklif eden milletvekillerinin; kadın cinayetlerine “münferit” diyen Kadından ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanının; dekolte giyinen kadınların erkekleri tahrik ettiğini söyleyebilen profesörlerin; tecavüzcülere “testosteron tedavisi” uygulama önerisini getiren kadın milletvekillerinin bulunduğu, tüm bunlara karşı çıkan 25 Kasım’da kadına yönelik şiddete hayır dediği için Urfa’da saldırıya uğrayıp, gözaltına alınan, haklarında dava açılan kadınların olduğu bir ülkede yaşıyoruz.
KESK üyesi kadınlar olarak, kadının özgürleşmesinin, kadın cinayetlerinin durdurulmasının ancak ve ancak kadınların örgütlü gücünün bir eseri olacağını biliyoruz. Biz kadınlar öncelikle kendi kurumlarımızdan, ardından çalışma yaşamından başlamak üzere erkek egemen bakış açısının sirayet ettiği toplumsal yaşamın tamamını dönüştürmek için yola çıktık. Yolu bizimle kesişen herkesle birlikteyiz.
EMEĞİMİZ BİZİMDİR
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının “rakamlarına göre”:
Çalışanların; % 71,1’i erkek.
AB’nin 27 ülkesinde kadınların işgücüne katılım oranı ortalaması %
Bu oranla Türkiye, Ortadoğu ülkeleriyle aynı grupta yer alırken, Güney Avrupa ile Latin Amerika ülkelerinin, hatta Malezya’nın bile oldukça gerisinde kalmaktadır.
Sadece temel eğitim almış erkeklerin işgücüne katılma oranı % 70,8 iken, kadınlarda % 25,4’dür. Yükseköğretim mezunlarında erkeklerde işgücüne katılma oranı % 83,4 iken, kadınlarda % 70’tir.
Özelleştirmelerle, taşeronlaştırma uygulamaları, kuralsız-güvencesiz ve esnek çalışmanın SSGSS, İş Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, Torba Yasa vb. yasalarla da yaygınlaştırılmaya çalışıldığı, çalışan kadınların ise çalışma koşullarının iyice zorlaştığı, işyerlerindeki kreşlerin kapatıldığı, doğum izninin sınırlı olduğu; buna rağmen hala ev içi sorumlulukların kadının sırtında olduğu bir sistemin sonucu kadınları aileye, babaya, kocaya daha çok mahkûm edeceği aşikârdır. Kadın istihdamını arttırmaya yönelik çalışmalar da göstermelik olmaktan öteye geçememektedir.
Biz KESK’li kadınlar olarak, kadın istihdamını, sadece kadınların istihdama katılımı olarak değerlendirmiyoruz. Çünkü kadınların hangi koşullar altına istihdama katıldığını, istihdamın niteliğini ve istihdamda toplumsal cinsiyet eşitliğini ve ev içi emeklerini gözetmeden kadın istihdamı adına atılacak her adım, sözde kalacak hatta toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve kapitalist sistem politikalarını daha da derinleştirecektir. 3 Şubat Torba Yasa eylemiyle nasıl ki kadın istihdamına (istihdamsızlığına) yönelik maddeleri geri çektirdiysek, Emine Aslan, Türkan Albayrak’ın, Aynur Çamalan’ın ve Tekel işçisi kadınların direnişleri nasıl ki bizlere umut olduysa, bundan sonra da her yerde büyüterek sürdüreceğimiz, çoğalttığımız mücadeleyle emeğimize sahip çıkacak, kapitalizme ve erkek egemenliğine darbeler vurmaya devam edeceğiz.
ÖFKELİYİZ;
Yine sokakta kadınlar öldürülüyor; eski-yeni kocası, sevgilisi, babası, abisi fark etmiyor ama en yakınındaki erkek tarafından. Öncesinde kadınlar dilekçeler veriyor ama onu kimse dinlemiyor; tıpkı sokakta dövülürken kimsenin görmediği gibi. Tıpkı Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanının “münferit” görüp, duymadığı gibi. Bakan kadına yönelik şiddete sıfır tolerans gösterildiğini söylüyor oysa ki gerçek bambaşka….
· Gerçek; Türkiye’de her gün 3 kadının öldürülmesi; dün Necla, bugün Ayşe, yarın Sevgi;
· Gerçek, kadın cinayetlerinin münferit değil sistematik olması;
· Gerçek; kadın cinayetlerinin son yıllarda %1400 artması;
· Gerçek; 81 ilde 3.800 olması gereken sığınma evi sayısının 65’te kalması;
· Gerçek; 12 bin din görevlisiyle kadına yönelik şiddetin çözüleceğinin öngörülmesi;
· Gerçek; kadınları eve hapseden, 3 çocuk doğurmalarını talep eden; kadın erkek eşitliğine inanmadığını kadınların gözlerinin içine baka baka söyleyen, ‘’muhalefet eden kadın da olsa çocuk da olsa gereği yapılacaktır’’ diyen bir Başbakanımızın olması;
· Gerçek; Kürt sorununun çözümünü Kürt kadınları ile evlenmede gören belediye başkanları;
· Gerçek diri diri toprağa gömülen, bombalarla parçalanan kız çocukları;
· Gerçek; göçmen ev işçisi kadınlara ırkçı ve ayrımcı davranılmasını öğütleyen bir medyanın olması;
· Gerçek; Ceza Kanununda tek bir “namus” sözcüğünün bile geçmemesi, yerine muğlak bir “töre” sözcüğünün kullanılması ve yine “haksız tahrik” maddesinin gerekçelerinde “namus cinayeti failleri”nin kapsam dışında tutulması;
· Gerçek; 12 yaşındaki bir kız çocuğuna, tecavüz ettiği gerekçesiyle açılan davada 31 sanık için ‘’iyi halden’’ ceza indirimine gidilmesi; mağdur olmasın diye tecavüzcülerin sokakta dolaşması;
· Gerçek; cop darbeleri ile hamile bir kadının bebeğini öldüren ‘erkek’ polisler;
Ve saymakta zorlandığımız “nice” acı gerçeğimiz var! Tüm bu gerçeklerin toplamından oluşan tablo tek tek olaylardan daha vahim. 8 yıldır hükümranlığını sürdüren AKP ve adına ‘ileri demokrasi’ dedikleri bu hükümranlığı ayakta tutan iki temel kaynak: Erkek egemen zihniyet ve kapitalist sistem.
Biz KESK’li kadınlar olarak, dünyayı değiştirecek örgütlü gücümüz olduğuna inanıyoruz! Bu nedenle, bu hükümranlığın yıkılması, toplumun tüm kesimlerinin, özellikle kadınların şiddetten arınmış, kadın erkek eşitliğinin yaşamın bütün alanlarında gerçekliğe kavuştuğu bir dünya ve bir Türkiye yaratmak için mücadelemizi sürdüreceğiz.
YOK SAYILAN DİLİMİZİ KULLANMAK İSTİYORUZ
Bu ülkede yıllardır yok sayma ve bastırma politikalarının bir sonucu olarak uygulanan anadilinin yasaklanması, dilimizi kullanamayan kadınlar olarak en çok bizleri etkiledi, devlet dairelerine giremedik, hastanelerde derdimizi birinci ağızdan anlatamadık, okuyamadık yazılanları, mahkemelerde ‘’bilinmeyen bir dilde’’ konuştuğumuz söylenerek savunma hakkımız kullandırılmadı. Dış dünyayla bağ kurabilmek için ailenin dil bilen erkeklerine bağımlı kılındık.
Anadilinin yasaklanması erkek egemen sistem açısından kadın üzerindeki denetimi derinleştirme aracı olurken, dili yasaklı kadınlar açısından ise yaşama katılımın önündeki en büyük engel oldu. Öte yandan bu durum bilgi ve deneyim paylaşımından yoksun bıraktığı için kadınların birlikte güçlenmesi ve dayanışmasını olanaksızlaştırdı.
Tüm kamusal alanlarda kendi anadilinde hizmete erişim temel bir insan hakkıdır. Bu erişimin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını; anadilinde eğitim ve sağlık hakkımızın bir an evvel yaşama geçirilmesini istiyoruz.
‘’ KADROLU, GÜVENCELİ ÇALIŞMA İÇİN!
KADIN CİNAYETLERİNE DUR DEMEK İÇİN!
ANADİLİNDE EĞİTİM VE SAĞLIK HAKKI İÇİN!’’ Yine alanlarda olacağız.
Bu temelde; 2011 8 Mart’ını KESK’li kadınlar olarak; eşitlik, özgürlük mücadelesinde ve kadın cinayetlerinde yitirdiğimiz tüm kadınlar şahsında üyemiz Necla YILDIZ’ a atfediyoruz.
YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI;
YAŞASIN EMEĞİMİZ; BEDENİMİZ VE KİMLİĞİMİZ İÇİN VERDİĞİMİZ MÜCADELE
YAŞASIN KESK