İsyanın hiçbir sonuç elde edilmeden sönümlenmesi de artık mümkün görünmüyor. Haziran İsyanı Erdoğan’ı yenebilir mi? Evet yenebilir! Haziran İsyanı AKP iktidarını yenebilir mi? Asıl soru bu!
Taksim Tahrir olur mu? Olacak gibi görünüyor. Taksim’i isyanın elinden almak artık kolay değil. Gezi Parkı, Başbakanlık Ofisi üzerindeki halk tehdidinin somut simgesi olarak harekete geçirici bir sembolü oldu.
Ve asıl önemlisi “Gezi İsyanı” artık “Haziran İsyanı” oldu. İsyan Türkiye’nin neredeyse bütün şehirlerine yayıldı ve artık “Gezi’ye destek” temasıyla değil, “Erdoğan’a İsyan” temasıyla gelişiyor.
İsyanın hiçbir sonuç elde edilmeden sönümlenmesi de artık mümkün görünmüyor. İsyan sürecek. Ya yeneceğiz ya da yenileceğiz.
İsyan, meydanlarda “nefes aldıktan” sonra yeniden ileriye atılabilecek enerjisini üretmeyi başardı. (Erdoğan’ın nobranlığının bu başarıdaki payını da abartmamakta yarar var. Erdoğan “çapulcular” edebiyatına sarılmasa da mahallelerdeki gece eylemleri, Gezi Parkı’nda oluşan “müstahkem mevkii”, “Kızılay ve Gündoğdu savaşları” isyanın süreklileşmesi için ihtiyaç duyduğu enerjiyi üretecek yeterli temeli oluşturuyordu.) Pazar gününden sonra hayat yeniden başlayacak ve insanlar “maişetlerini görürken”, isyana daha az zaman ayıracaklar denilirken, tatil günlerinde çıkan isyan mesaiye ve mesai sonrasına yani hayata yayıldı. Şimdi büyük kentlerin bütün mahallelerinde “isyan ocakları” var.
NTV eylemiyle birlikte “mesai aralarında” sokağa çıkan emekçiler, üretim bölgelerinde de isyan ocakları kurma alışkanlığı edinecekler gibi görünüyor. İlerici emek örgütlerinin aldıkları grev ve genel eylem kararlarıyla, isyan üretim sürecine, çalışma mekanlarına da yayılmaya başladı.
İsyanın bu genişlemesiyle birlikte işçi sınıfı hareketi “makus talihini” kırabilecek çeşitli imkanlar da yakalıyor. Örneğin işçiler arasında çıkar farklılıkları yaratılarak zayıflatılan Hava-İş grevi artık sadece THY içindeki gelişmelere bağlı olarak devam edemez. Greve katılmayan uçucu personel ve diğer şirketlerden “kiralanan” grev kırıcıları, artık yalnızca THY yönetimini değil, aynı zamanda Tayyip Erdoğan iktidarını da payandaladıklarını hissedebilecekler. Bir yandan her gece tencere tava çalıp bir yandan grev kırıcılığı yapmanın şizofrenisi sürdürülemeyecek. Ya da metal iş kolundaki gerilimi Türk Metal’in basıncından çıkaracak yeni bir bağlam oluşabilecek.
Haziran İsyanı’nın geleceğini neler belirleyecek?
Öncelikle son yılların üç deneyimini aklımızda tutmamız gerekiyor: 28 Şubat sürecinin prelüdü haline gelen “Susurluk Eylemleri”, Tayyip Erdoğan’ın “yolunu temizleyen” 1 Mart zaferi ve Müslüman Kardeşler’i iktidara taşıyan Tahrir Meydanı.
İsyanın “ray değiştirmesi”, isyanın “basamak” haline getirilmesi ve isyanın “çalınması” gerçek risklerdir. İsyanın bu risklere kapı aralayan zaafları biliniyor. İsyanın siyasi bir merkezinin olmaması, isyanın öncülüğü ile kitlesi arasındaki açı, isyanı harekete geçiren toplumsal dinamikleri birlikte hareket ettirme güçlüğü. Bu zaafları gidermek açısından ihtiyaç duyulan güç ve olanakların önemli bir bölümü bizzat bu isyan sürecinin açığa çıkardığı “halk enerjisi”nden üretilebilecek gibi görünüyor. Ancak bunların “üretilebilmesi” için iradi müdahale de gerekiyor.
İsyanın siyasi bir merkezinin olmamasından kaynaklanan zaafı yukarda saydığım risklerin tümüne kapı aralayan en önemli sorun. Bununla birlikte, isyanın süreklileşmesi ve genel grev, halk grevi gibi büyük hareketlerle öne atılması halinde bu sorunun aşılmasını sağlayacak organlar oluşabilir. Gerek Türkiye Sosyalist Hareketi, gerek ilerici emek hareketi, gerekse de yoksul mahallelere yayılan kitlesel direniş ağları bu bakımdan ciddi birikimlere sahip.
İsyanın öncülüğünü yapan güçlerle kitlesini oluşturan güçler arasındaki siyasi kompozisyon farklılığı ikinci büyük risk kaynağı. Öncünün ağırlık merkezi Sosyalistler tarafından oluşturulmuştur ancak harekete geçen kitlenin ağırlık merkezinin henüz belirgin bir siyasi rengi bulunmuyor. Hareketin kitlesi içerisinde daha önce “Cumhuriyetçi” muhalefet hareketlerinin içinde yer almış veya temas etmiş çok sayıda insanın bulunduğu biliniyor. Bu durum, isyanın öncülüğünü yapan güçlerin isyanın siyasi önderliğini “kendi içerisinden üretebilmesini” zorlaştıracaktır. Kürt siyasi hareketinin isyan karşısındaki ikircimli tutumu da bu zorluğu büyüten bir unsur.
Kürt siyasi hareketinin Haziran İsyanı karşısındaki ikircikli tutumunun odağında “Barış ve Demokratik Çözüm” sürecinin geleceği hakkındaki kaygılar bulunuyor. Bu anlaşılabilir bir kaygı elbette. Kürt siyasi hareketi AKP iktidarının devrilmesiyle birlikte uzun yıllardır yaratmaya çalıştığı müzakere masasının da devrilmesinden kaygı duyuyor. Bu kaygının odağında ise Haziran İsyanı’nın harekete geçirdiği kitle tabanının önemli bir bölümünün “ulusalcı” etkilerle “zehirlenmiş” olması var.
Ancak bilinmeli ki, Haziran İsyanı artık patlak verdi ve isyan sürecinin sonunda ister Erdoğan devrilsin, isterse de devrilmesin, Türkiye’deki politik güçlerin kompozisyonu geri dönülmez bir biçimde değişmiş olacak. İsyanın zaferi ya da yenilgisiyle oluşacak bu yeni güç kompozisyonunun “Barış ve Demokratik Çözüm” sürecini nasıl etkileyeceğini isyancı güçlerin kompozisyonu da belirleyecek.
Kürt siyasi hareketinin isyanın bir bileşeni olduğu veya olmadığı; Erdoğan’ın yenildiği veya isyanı bastırdığı almaşıkları incelediğimizde karşımızda bulacağımız seçenekleri ayrıntılı olarak tartışmamız gerekiyor.
“Barış ve Demokratik Çözüm Süreci”, Rojava Devrimi’nin ve geçtiğimiz yılın “alan hakimiyeti” pratiğinin ürünüdür. Haziran isyanının sonucu ne olursa olsun bu faktörler değişmeyecektir. Dolayısıyla Erdoğan yenilse de yenilmese de “müzakere masası” kolay kolay devrilemez, ancak “müzakere masası”ndaki karşılıklı konumlanışlarda tarafların birbirleriyle ilişkisi değişir. Sorun bu değişimin hangi yönde olacağını kestirmektir.
Kürt hareketinin isyanın içinde olduğu ve Erdoğan’ın yenildiği koşullarda, isyanın “ulusalcı” bileşeninin Erdoğan sonrasını şekillendirme olanağı zayıf olacaktır. Kürt siyasi hareketinin Haziran İsyanı’nın başlangıcındaki rolü ve sosyalistlerin isyandaki öncülüğünün, hareketin kitlesindeki ulusalcı eğilimleri frenlediği, Kürt düşmanlığını baskıladığı açık bir gerçektir. Erdoğan’ın Kürt ve Türk demokrasi güçlerinin ortak çabasıyla yenilmesi, Erdoğan sonrasının da bir “ortak kuruculuk” hareketiyle yaşanmasının önünü açacaktır. Dolayısıyla “müzakere süreci” yeni bir cumhuriyetin “ortak kuruculuk süreci”ne dönüşebilecektir.
Kürt hareketinin isyanın dışında, kenarında durduğu ve Erdoğan’ın yenildiği koşullarda müzakere masası ayakta kalacak ancak bir “kurucu ortaklık” zemini üretilemeyecektir.
Erdoğan’ın iktidarını kurtardığı, Kürt hareketinin isyanın bir parçası olduğu koşullarda Erdoğan, uğradığı yıpranma nedeniyle müzakere masasında eskisinden daha zayıf olacak, bugünkü dayatmacı siyasetini sürdüremeyecektir.
Erdoğan’ın iktidarını kurtardığı ve Kürt hareketinin isyan dışında kaldığı koşullarda Kürt siyasi hareketi çözüm için AKP’ye “mahkum” olacak ve Erdoğan zaferine daha az yıpranarak ulaşacağı için müzakere masasında daha da dayatmacı olabilecektir.
Diğer yandan, Kürt siyasi hareketinin AKP’yi masaya oturtması, AKP’nin kitle tabanının Kürt düşmanı olmamasından değil, AKP iktidarının Ortadoğu ve Kürt politikalarının iflas etmesinden kaynaklanmaktadır. Müzakere masası Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ile AKP arasında kurulmuştur; Kürt halkıyla AKP’nin kitle tabanı arasındaki bir “kardeşleşme düzlemi” değildir. Oysa Haziran İsyanı, Kürt Ulusal Özgürlük Hareketi ile Türkiye halkı arasında güçlü bir kardeşleşme zemini sunmaktadır.
Dolayısıyla reel-politik açısından bakıldığında da Kürt sorununun kalıcı demokratik çözümü açısından bakıldığında da Haziran İsyanı içinde etkin bir biçimde yer alması Kürt siyasi hareketinin çıkarlarını optimize edecek seçenektir.
***
İsyanın yeni bir düzen alternatifinin oluşturulması için “basamak” haline getirilmesi, isyanın şu andaki politik hedeflerinin “eritilmesi” olasılıkları da (Susurluk Süreci riski) göz önünde bulundurulması gereken bir risktir. Bu riskin Susurluk sürecinde olduğu gibi yeni bir “post modern darbe” olarak gerçekleşmesi beklenmemelidir. Bu noktadaki asıl büyük risk hareketin, AKP’nin içindeki fay hatlarındaki gerilimlerin, iktidarın yeni bir bölüşümüyle gevşetilmesinde kullanılmasıdır. Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı ve CHP arasında oluşturulan müzakere düzlemi aracılığıyla Tayyip Erdoğan’a “verilecek ayar” üzerinden varılacak bir uzlaşma tam da bu sonucu elde etmeye yöneliktir.
Halkın öfke ve enerjisini baştan beri hissedemeyen CHP merkezi, Tayyip Erdoğan’ın bir halk hareketiyle yenilebileceğine inanmamaktadır, ayrıca istememektedir de. CHP merkezi, halkın Tayyip Erdoğan’a isyan etmesini ama Erdoğan’ın işini bitirmeyi sandığa bırakmasını istiyor. Oysa bilinmelidir ki Haziran İsyanı “Erdoğan’a ayar vererek” tüketildiğinde, bu yalnızca AKP iktidarının rehabilitasyonu sonucunu verecektir ve CHP bir kez daha AKP’yi “kuyudan çıkaracaktır”.
Haziran İsyanı Erdoğan’ı yenebilir mi?
Yerli ve yabancı “sağduyu” imalatçıları bu soruya isyanın ilk günlerinden itibaren “hayır” yanıtını veriyorlar. AKP’nin çok güçlü, muhalefetin ise iktidar alternatifi üretemeyecek bir cılızlık ve bölünmüşlükte olması bu görüşün dayandığı asıl varsayımdır. Haziran İsyanı bu varsayımı yeni bir gerçeklik üreterek aşabilir. Gerçek halk isyanları mevcut güçler dengesini altüst edebilir, güçler arasındaki ilişkileri yeniden düzenleyebilir, en sağlam görünen siyasi güçleri parçalayabilir ve yeni siyasi güçleri tarih sahnesine sokabilir.
İktidarın “anlayış ve hoşgörü” göstermesi halinde isyanın dineceği fikri, 7 gündür direniş ve isyan yokmuş gibi davranan ana akım medyanın, CHP’nin ve birçok “muhalefet temsilcilerinin” hep bir ağızdan tekrarladığı bir tez.
Aslında bu iki taraflı bir “temenni”: Hükümet halkın isteklerini “asgari ölçüde” karşılasın; halk da kazanımlarının gerçekleşmesinin “takipçiliği” konumuna çekilsin.
Bu temenninin her iki tarafıyla da geçerliliğinin zayıf olduğu anlaşılıyor.
İktidarı “anlayış ve hoşgörü” çizgisine ikna etmek bir türlü mümkün olmuyor. Erdoğan’ın bu direncini bütün diktatörlerin halk isyanları karşısında gösterdikleri hastalıklı ruh haliyle izah edebilmek elbette olanaklıdır. Ancak Erdoğan, bizim bilmediğimiz bir şeyi biliyor ve Haziran İsyanı’nın iktidarının sonunu getirebilecek bir sürecin tetiklediğini düşünüyor olmalı ki, “isyanı yenmeye” odaklandı. Erdoğan “isyanı yenemezse” iktidarı yitireceğini düşünüyor. Ve Erdoğan bu öngörüsünde gerçekten de haklı olabilir.
“Anlayış ve hoşgörü” çizgisine çekilmesinin isyanı dindireceği fikrinin geçerliliği de tartışılır. Elbette “çapulcu”, “ayyaş”, “tencere tava hep aynı hava” gibi hakaretamiz ifadeler geniş yığınların öfkesini iyiden iyiye alevlendirmektedir. Bununla birlikte, bütün ülkeyi yangın yerine çeviren bir halk hareketinin Başbakan’ın “beyanatlarıyla” yönetilebileceği fikri de akla uygun görünmemektedir. Kadir-i mutlak bir iktidarı yıkma eylemi içinde özgürleşmiş bir halkın, kendisini isyana zorlayan somut baskı, basınç ve zorlamaları geriletmeden yeniden işine ve evine zincirlenmeye kolayca rıza göstermesi mümkün müdür?
AKP iktidarı önümüze iki seçenek koyuyor: AKP diktatörlüğünün zaferi ya da yenilgisi!
Haziran İsyanı Erdoğan’ı yenebilir mi? Evet yenebilir!
Haziran İsyanı AKP iktidarını yenebilir mi? Asıl soru bu!
Ferda Koç