RTE ve rejimi insanlık dışı uygulamaları ile ilgili halka eninde sonunda hesap verecek, bundan kaçış yok. Hesap, zamana yayılacak çünkü, daha yeni derlenip toplanıyor halk. RTE ise telaş içinde adeta köşeye sıkıştırılmış bir kedi gibi saldırıyor, tırmalıyor ve partideki hegemonyasının derdinde.
Kimileri Gezi’ye, ardından tüm Türkiye’deki protestolara yapılan hunhar saldırıyı, RTE rejiminin bir kazanımı görme kuruntusuna kapılabilir, oysa daha ilk günden kaybetti RTE bu muharebeyi. Operasyonunu hafta sonuna bilerek bırakıp dış kamuoyuna karşı gün, hatta saat kazanmaya çalıştı ama zaman çok hızlı aktı ve zulüm saatlerinin ardından geldik hafta başına. İçeride kimseye hesap vermeyeceğini sanan RTE rejimi, şimdi dış dünya ile yüz yüze. Öncelikle de Avrupa ile…
Ilımlı İslam denemesi
Bu mücadele çok uzun soluklu, sabırlı olmayı gerektiriyor. Sıradan bir iktidarla değil, 10 yıldır toplumu baştan aşağı kurgulayan bir rejim ile karşı karşıyayız. Bu rejimin, hemen burnumuzun dibindeki insan hakları, demokratik değerler, açısından model aldığımız Avrupa’ya rağmen nasıl yükseldiğini herkes ısrarla sormakta haklıdır. Ama o sitem, serzeniş, Gezi durağına kadar geçerlidir. Gezi direnişinin Türkiye’ye en büyük armağanı, çok ağır gaz, cop kahrına aldırmadan RTE rejiminin maskesin çekip atması ve gerçek yüzünü tüm dünyaya göstermesi, cinin şişeden çıkmasını sağlaması, insanlara korku eşiğinden atlamayı öğretmesidir. Türkiye’de tarih, artık Gezi’den önce, (G.Ö), Geziden Sonra (G.S.) diye yazılacak.
Avrupa ve ABD açısından AKP, ılımlı İslam modelinin uygulayıcısıydı ve bu modeli tüm Orta Doğu’ya ihraç edecek aktör olarak kabul ediliyor, korunuyor kollanıyordu, adeta ona “saldırmazlık” kararı alınmıştı. Türkiye’ye sermaye ihracı, yatırımı da sorun yaratmıyor, “model”in inandırıcılığını, çekiciliğini artırıyordu. Batı, içeride olup biteni farklı bir gözle görmeye meyilliydi. Ergenekon, Balyoz gibi operasyonları hep sivilleşme olarak okuyordu. Bir rejim inşası, yargı-yasama-yürütmeyi tek elde toplama, etnik, dinsel, cinsel, bölgesel ötekileştirmeleri ise pek görmek istemiyor ya da antenlerini daha çok “yetmez ama evetçi” zevata açıp oradan gelen değerlendirmeleri esas alıyordu.
Gezi maskeyi düşürdü
Gezi, bu kurguyu bozdu. RTE’yi deşifre etti. Hem de basit, ama çok doğru, çok meşru bir park eylemiyle… Gezi gösterilerinde yaşananlar CNN, BBC gibi haber kanallarıyla, dünya kamuoyunun adeta gözüne sokuldu. Türk medyasının pespayeliğini öfkeyle izledi dünya. Strasbourg’daki Avrupa Parlamentosu’nun olanlara suskun kalması, bütün inandırıcılığını yok ederdi. Sonuçta AKP rejimi için oldukça ağır bir siyasi hüküm çıktı AP’den. Eleştiriler, uyarılar, ancak bir dikta rejimine yapılacak türdendi ve özellikle kutuplaştıran, geren RTE’yi hedef alıp Gül ve Arınç’ı ayırıyordu. Bu, RTE’yi zıvanadan çıkardı. RTE’nin ‘Sandıktan çıktım mı her istediğimi yaparım!’ tarzındaki ‘çoğunlukçu’ anlayışı sert bir dille eleştirilmişti ve adeta kulağı çekilerek hatırlatılmıştı;“Çoğulcu demokrasi kapsayıcı olmalı ve muhalefetle sivil toplumu karar süreçlerine dahil etmeli”
Bugün pazartesi
Bu karar RTE’nin psikolojisini ağır biçimde bozdu. Zaten Washington’dan süklüm püklüm dönmüştü. Dışarıyı boş verip içeriyi toplamaya odaklandı ve elindeki tek araç olan vahşi şiddeti jandarma takviyesiyle, bedeline aldırmadan, her tür insan hakkı ihlalini göze alarak hem de yine kendi iç medyasını susturup dünya televizyonlarının gözünün içine sokarak uygulattı. Cumartesi, pazar derken, pazartesi geldi. Bugünden itibaren yeniden dünyanın “merkez”lerine muhatap olacak. Hem de iki türlü; hem siyasi-diplomatik hem de ekonomik… Diklenip horozlanmaya kalktıkça darbe alacak.
Türkiye’nin AB’ye tam üyelik macerası bu saatten sonra ne hal alır bilinmez ama başı Avrupa İnsan Hakları Komisyonu’na yapılan başvurulardan fena ağrıyacak. Bu başvurular bireysel olduğu gibi devletten devlete de olacak. Türkiye, artık Avrupa’da insan hakları ihlalleriyle ünlü bir ülke, AKP rejimi sayesinde, bu biline. Yağmur gibi yağacak protestoları, dünya medyasının paçavraya çevireceği ülke imajını hiç konu bile etmiyorum.
Ekonomiye gelince. Bu vahşet ve insan hakkı ihlaliyle beraber, derecelendirme kuruluşları, kendilerinden hizmet alan ülke ve firmalara bir şey yokmuş gibi rapor yazamazlar. Göbekleri çatlıyordu, not artırın diye. Şimdi hangi yüzle? Sermaye kaçışını önlemek için çok terleyecek, döviz şoku yaşanmaması için bunca zamandır bankaları borçlanma aracı olarak kullanarak oluşturdukları rezervleri yok yere harcayacaklar ve rezervin dibi göründükçe panikleyecekler. 12 ayın kısa vadeli borç ödeme faturası 155 milyar dolar, kalan 8 ayda cari açık en az 45 milyar dolar olsa, bulunması gereken dış para 200 milyar dolar eder. Nasıl, hangi maliyetle bulunacak? Divan Oteli faciasıyla turizm büyük darbe yedi, İstanbul’un, “küresel kent” imajı büyük darbe yedi, “finans merkezi” hayali, büyük darbe yedi. Bunlar dışarıdan faturalar. İçeride ise, Kürt ayvası heybede, sinmiş TÜSİAD da kovuğundan çıktı ve bu daha başlangıç…
Tribünden meydanlara taşıp gelen sloganla bitirelim; sık bakalım/ sık bakalım/ biber gazı sık bakalım/ kaskını çıkar, jopunu bırak/ delikanlı kimmiş bakalım…