Bugün İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 75. Yılı.
10 Aralık 1948’de kabul edilen ve 500’den fazla dile çevrilen bildirgenin, dünya halklarının tamamına ulaştırılması hedefleniyor. Bildirgede yer alan hak ve özgürlüklerden herkesin istisnasız bir biçimde yararlanması amaçlanıyor. Ne var ki, 10 Aralık İnsan Hakları Günü’nü maalesef dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de ağır hak ihlallerinin yaşandığı koşullarda karşılıyoruz. Otoriter sağcı iktidarların tüm dünyada savaş ve çatışma politikalarını hayata geçirdiği koşullarda temel insan haklarının ihlal edildiğini tanıklık ediyoruz. Dünyanın çeşitli yerlerinde savaş ve silahlı çatışmalar devam ediyor. 7 Ekim’den bu yana Gazze’de yaşanan katliam ile Suriye’nin Rojava bölgesine yönelik de askeri operasyonlar sürüyor. Çoğaltılabilecek bu örnekler insan haklarının temelini oluşturan barış ihtiyacının ne kadar acil olduğunu gözler önüne seriyor.
Ülkemizde de 22 yıllık AKP iktidarının, emeğe dönük saldırılarının arttığı, ülkede hukuk sisteminin ve yargının iktidar eliyle yönetildiği koşullarda gerek sendikal hak ve özgürlükler gerekse temel insan hakları alanında ciddi gerilemeler yaşanıyor. Evrensel hukuk ilkeleri çiğneniyor ve halkın iradesi ile seçilmiş siyasetçiler, insan hakları savunucuları cezaevine konuyor. Yargının siyasallaşması sonucu olarak hukukun üstünlüğü yok sayılıyor, muhaliflere yönelik uzun süren ve keyfi yargılamalar gerçekleştiriliyor. AİHM’in veya Anayasa Mahkemesinin verdiği muhalif kişiler lehine verdiği kararlara uyulmuyor. Gazetecilere, basın ve ifade özgürlüğüne yönelik yönelik baskılar da artıyor.
İktidarın emek düşmanı politikaları sonucunda, emek sömürüsünün arttığı, güvencesiz istihdamın yaygınlaştığı, çalışanlar arasında ücret eşitsizliğinin derinleştiği koşullarda emekçiler, insan onuruna yaraşır bir ücretten yoksun olarak yoksullukla mücadele ediyor. TÜİK resmi rakamlarına göre enflasyon oranı %60’ı aşmış iken gerçek enflasyon oranı bu rakamın iki katı.Alım gücünün her geçen gün düştüğü, asgari ücretin ve en düşük emekli aylığının açlık sınırının altında kaldığı ve kira, elektrik, doğalgaz, akaryakıt, gıda başta olmak üzere temel tüketim maddelerine sürekli zamlarin yapıldığı koşullarda milyonlarca emekçi yaşam mücadelesi veriyor.
Özelleştirme ve taşeronlaştırmayı öne çıkaran ekonomik politikaların kamu istihdamı alanına ve kamu hizmetlerinin niteliğine yansıması da olumsuz oluyor. 15 Temmuz sonrasında ilan edilen OHAL döneminin KHK hukuksuzluğu kamudaki iş güvencesini ortadan kaldırdı. Kamu emekçilerinin güvenceli istihdamı artık istisna haline dönmüş durumda. Sözleşme ve ücretli çalışma vb. istihdam biçimleri biz kamu emekçilerinin işimizi her an kaybetme kaygısıyla hizmet sunmasına yol açıyor. Nitelikli kamu hizmetleri sunabilmenin önkoşullarından birisi olan yeterli personel istihdamı gerçekleşmiyor. Bu durumun bir sonucu olarak kamu emekçilerinin üzerindeki iş yükü sürekli artıyor, çalışma yaşamıyla bağlantılı mesleki hastalıklar yaşanıyor. AKP iktidarının yol açtığı bu koşullar kamu hizmetlerinin tüm yurttaşlar bakımından nitelikli bir biçimde sunulmasını engelliyor. İktidarın özelleştirme politikaları sonucunda başta eğitim ve sağlık olmak üzere kamusal hizmetler tasfiye edilmiş, bunun ağır bedellerini tüm ülke 6 Şubat depremlerinde yıkımın ve ölümlerin artmasıyla ödedi. Depremlerin üzerinden 10 ay geçmiş olmasına rağmen halen deprem illerinde barınma, gıda, hijyen ve temiz su gibi en temel gereksinimlerin ve insani yaşam koşullarının karşılanmadığını görüyoruz. Herkes için nitelikli, ücretsiz ve analinde kamu hizmeti sunulması bir ancak yeterli bütçe ve gerekli eğitimleri almış kamu emekçileriyle mümkündür. KESK olarak da savunduğumuz bu ilkeler evrensel insan hakları ilkelerinin bir gereğidir.
Kamuya ayrılan bütçenin ve kamu emekçilerinin yaşadığı sorunlar sayısız sendikal ihlallere de yol açıyor. Üye ve yöneticilerimizi liyakatsiz ve tarafgir idarecilerin uygulamalarına itiraz ettiği, sorunların çözümü için mücadele ettiği için baskılara ve ihlallere maruz kalıyor. Üyesi olduğumuz Uluslararası Sendikaları Konfederasyonu (ITUC) tarafından hazırlanan Küresel Haklar Endeksine göre Türkiye sendikal haklar bakımından en kötü 10 ülke arasında yer alıyor. Bu kategoride yer alan diğer ülkeler ise Bangladeş, Belarus, Ekvador, Eswatini, Filipinler, Guatemala, Mısır, Myanmar ve Tunus. Üyelerimiz yasal ve meşru sendikal faaliyetleri nedeniyle idari soruşturmalara, sürgünlere, açığa almalara maruz kalıyor. OHAL KHK’larıyla ihraç edilen üyelerimizin yaşadığı sorunlar hala devam ediyor. İtirazları OHAL İşlemlerini İnceleme Komisyonu tarafından uzun yıllar sonra reddedilen üye ve yöneticilerimizin dosyaları şimdi de idare mahkemelerinin önünde bekletiliyor. Gerek ILO Sözleşmeleri gerekse de Anayasa güvencesi altında buluna örgütlenme ve gösteri özgürlüğümüz önünde yasada ve uygulamada birçok sorun yaşanmaya devam ediyor. Hükümetin sendikal haklara yaklaşımı işçilerin, emekçilerin önemli bir mücadele aracı olan grevlerin keyfi bir biçimde yasaklanmasına veya sendikaya katılan işçilerin işten atılmalarına yol açıyor.
Tüm bu ihlaller şüphe yok ki genelde kadınları özelde ise kadın emekçileri daha derinden etkiliyor. Kadın yoksulluğu derinleşiyor. Kadına yönelik şiddet hız kesmeden sürüyor, şiddet failleri aflardan, iyi hal indirimlerinden yararlanarak dışarıda gezerken, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan iktidar, 6284 Sayılı Kanun gibi koruyucu düzenlemeleri tartışmaya açıyor.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 75. Yılında her türlü hak ihlalin ve sömürünün son bulmasının zamanı geldi. İnsan haklarının dil, din, etnik grup, cinsel yönelim, yasal statü, engellilik vb. bir kısıtlama olmadan herkes tarafından gerçek anlamda kullanılmasının zamanı geldi. Çevreye ve doğada bulunan canlılara verilen zararın son bulmasının zamanı geldi. Ancak, bu değişimin kendiliğinden olmayacağını en iyi işçiler, emekçiler ve bu alanda mücadele eden sendikalar biliyor.
İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesinin işçilerin ve emekçilerin durumunun geliştirilmesi arasında sıkı bir bağ bulunuyor. İşçi ve emekçilerin haklarını kazanması ise sendikaların mücadelesi ile mümkündür. Kamu emekçilerinin sesi olan konfederasyonumuz KESK’in mücadelesi tam da bu sebeple emek, demokrasi ve barış mücadelesi olduğu kadar bir insan hakları mücadelesidir.
10 Aralık İnsan Hakları Gününde taleplerimiz net: İnsan onuruna yakışır ücret ve çalışma koşullarının sağlanması, sendikal hak ve özgürlüklerin istisnasız uygulanması. Ayrıca, kamu hizmetlerinin niteliğini doğrudan etkileyen barış, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkeleri, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi alanlardaki politika ve uygulamaların köklü bir biçimde değiştirilmesi. Ancak, dünya genelindeki sağcı ve neo-liberal iktidarların durumunda olduğu gibi AKP iktidarının da bu alanlarda kendiliğinden adım atmayacağını biliyoruz. Bu nedenle, KESK olarak emek, barış ve demokrasi ve insan hakları mücadelemizi kararlılıkla sürdürmeye devam edeceğiz.