9 Ekim’de İzmir’de Konak Meydanı’nda KESK’e bağlı sendikalardan 500 kişi Kobanê’ye yönelik IŞİD saldırılarını protesto etti. Eyleme DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun yanı sıra sendika yöneticileri ve üyeleri, çeşitli sivil toplum kuruluşları da destek verdi ve gösteri kimi gazetelere haber oldu. Haberin yer aldığı bir İnternet sitesinde* habere yazılan yorumlara bakınca, ülkenin en önemli sanayi kentinde işçilerin yanı başlarında yaşanan insanlık dramına verdikleri tepkiyi düşündürücü buldum.
Bir işçi Kobanê eylemine destek verdiği için DİSK’e üye olduğu sendikadan ayrılacağını belirtiyor, yanındaki kutuya “katılıyorum” yazanların oranı yüzde 100.
Bir diğer işçi “boş işler İZENERJİ işçisi ne oldu taşeron var mı yok mu” diye yazmış, “katılıyorum” diyenlerin oranı yüzde 100.
Bir başka işçi doğrudan DİSK Genel Başkanını hedef almış; “Ölen ve öldürülenlere sizden daha çok üzülüyoruz ama siyaseti bırakın da kendi işinizle uğraşın” diyor.
Bu ve benzeri yorumlarla her gün birlikte olduğum işçilerden dinlediğim değerlendirmeleri birleştirdiğimde çıkardığım sonuçların yanıltıcı olmadığını düşünüyorum.
Yaşanan savaştan en çok zarar gören ve görecek olan işçilerin çok büyük bir bölümü, savaş kendi evlerine gelene kadar zarar göreceklerine inanmıyorlar. Ama asla üzüldükleri sorunu kendi sorunları olarak görmüyorlar. Üstelik sendikalarının bu soruna sahip çıkmak için destek açıklaması yapmasını siyaset yapmak olarak görüyor ve siyaset yapmayı olumsuz bir davranış olarak nitelendiriyorlar. Sendikalarını “siyaseti bırak”ıp, “kendi işini yap”maya, kendi işyerindeki soruna odaklanmaya çağırıyorlar.
Sendikalara siyaset yasağı 12 Eylül sonrası yasalaşan 2821 sayılı Yasa’yla geldi. Yasa değişti, siyaset yasağı yasal planda tümüyle ortadan kalkmasa da yumuşadı. Ancak bu süreç, “sendika” kavramını öylesine bozdu, tanımı öyle çarpıttı ki savaşa karşı çıkmayı siyaset olarak gören, dahası olumsuzluk gören bir işçi tipi ortaya çıkardı.
Varlığını devlete sadık olmaya borçlu gören devletin makbul gördüğü sendikalar kendileri gibi işçiler yarattı. Onlar savaş konusunda da, barış konusunda da siyaset konusunda da devlet, hükümet ne düşünmelerini istiyorsa öyle düşünüp durumu idare etmeye devam ediyorlar. Soma’da olduğu gibi 301 işçinin ölümüne neden olan ihmaller zinciri konulduğunda da bu grup sendikalar “Ne yapalım bizim de haberimiz yoktu; biz, bize izin verilen ölçüde sendikacılık yapıyoruz” demeyi normal saydılar. Onlar günü kurtarma hesabı yaparken, sendikayı sadece ücreti için pazarlık yapacak örgüt olarak gören işçiler çoğaldı. O ücretin artması için değiştirilmesi gereken yasaların değiştirilmesini sağlayacak, vergi ve sosyal güvenlik politikalarını, askeri harcamaları, denetime açık şeffaf yönetimi, fırsat eşitliğini gözeten eğitim hakkını, adil hızlı yargılama hakkını, kısaca devletin anayasayla yükümlü olduğu temel hakları yaşama geçirecek sendikadan korkar oldular.
Temel hakların kağıt üzerinde kalmasına engel olacak, düşünen, tartışan, bilgi ve öneri üreten bir sendikadan korkar oldular, çünkü siyaset yasağı, siyasete yüklenen olumsuz anlam amacına ulaştı.
Sendikalara getirilen siyaset yasağının amacı tam da işçileri sendikaları üzerinden siyasetin şekillendirmesine müdahale etmelerine engel olmaktı.
Savaşa karşı cılız bir ses verip günlük sorunları sistemin izin verdiği dar sınırlar içerisinde çözmeye çalışan, üyesinin haksız eleştirilerinden korkup yarattığı korkan işçi düzeyinde sendikal politikalar belirlemeye çalışan sendikalar gelecekte sadece sendikanın ne olmaması gerektiğini gösteren örnekler olarak yer alacaktır.
İşçilerin geleceğini kurtarmayı düşünen sendikalar ise gerçek anlamda sendika olacaklarsa artık farklarını göstermeleri gerekiyor.
Geleceğin sendikaları yanı başında süren kirli savaşla İzmir’deki işyerinde yaşanan sorunun ilgisini gösterebilen sendikalar olacaktır. Bu kirli savaşın kurbanının işçi çocukları olduğunu, savaşın yurdundan ettiği milyonların yarın sermayeye kayıtsız ucuz emek olarak kölelik koşullarında çalışmak zorunda kalacaklarını, birilerinin kölelik koşullarında çalışmak zorunda olduğu yerde hiçbir işçinin ekmek yiyemeyeceğini işçisine anlatabilen sendika olacaktır.
Geleceğin sendikaları, devletten, işverenden bağımsız olarak dünyayı okuyan sendikalar olacaktır.
İzmir ülkenin en büyük sanayi kentlerinden biri. İzmir muhalefetin en güçlü olduğu illerden biri. İzmir’in muhalefet geleneği sadece bugüne özgü bir durum da değil, İzmir tek parti döneminde de muhalefetin kalesi. Geleceğin sendikaları İzmir gibi bir yerde barış gibi çok insani temel bir konuyu işçilerin nasıl “siyaset” diye olumsuzlar bir hale geldiğini araştıran sendikalar olacaktır.
Murat Özveri (Evrensel)