Bugün saat 11.00’da Konfederasyonumuz merkezinde Konfederasyon ve sendikalarımızın MYK üyelerinin katıldığı basın toplantısı ile, Konfederasyonumuz ve sendikalarımıza yönelik baskılar ile ülkenin can yakıcı sorunları kamuoyu ile paylaşıldı. Açıklama metnini Eş Genel Başkanımız Şaziye Köse okudu.
Açıklama metni aşağıdadır.
1934 Ağustosunda Hitler, Reich Şansölyesi ve Führer olarak erki kendi üstüne aldıktan kısa bir süre sonra devlet memurları yeminini değiştirerek Alman Anayasasına değil devlet başkanı olarak Hitler’e bağlılık andı içirmeye başladı. Yine 2 Mayıs 1933 günü Nazi SA ve SS’leri Almanya’daki tüm sendika binalarını işgal ettiler.
Benzer süreçleri Mussolini İtalya’sında, Franco İspanya’sında veya Pinochet Şili’sinde görmekteyiz.
AKP iktidarı da geleceğini tüm faşist rejimlerde görüldüğü üzere işçi sınıfını ve kamu emekçilerini, onun örgütlerini tasfiye etmede görüyor.
Çünkü biliyor ki, emekçiler örgütlendikten ve ayağa kalktıktan sonra hiçbir devlet zoru ve baskı aracı onun geleceğini belirlemesine engel olamaz.
Çünkü biliyor ki, faşizm karanlıktan; emekçiler aydınlıktan, güzellikten, umuttan beslenir.
AKP hükümeti hukuku askıya aldığı gibi yeni bir darbe hukuku inşa etmeye ara vermeden devam etmektedir. 1 Kasım 2015 parlamento seçimlerinden bugüne, günden güne AKP hükümetinin bir darbe hükümeti olduğu her uygulamada bir kez daha açığa çıkmaktadır. Tüm darbe hükümetlerinde olduğu gibi AKP hükümeti de muhalifleri bastırmak ve sindirmek için engel olarak gördüğü insanlık mücadelesinin haklı kazanımları olup bugüne kadar aralıksız olarak gelen, temel hak ve özgürlüklerinin uygulanmasına sırasıyla son vermektedir.
Cumhurbaşkanının birkaç gün önce “Bu devlet, kendi parasıyla kendi aleyhine çalışan kişileri besleyemez. Bunun için de devlet memurlarıyla ilgili mevzuatın köklü bir şekilde değiştirilmesi gerekiyor” şeklindeki açıklamasının ardından yandaş medya üzerinden bir algı operasyonu başlatıldı. Bir zamanlar “komünizm”, “irtica” ya da “bölücülük” adı altında başlatılan cadı avları bu dönemde “terör propagandası” adı altında yapılıyor.
Barış talebinin, “Çocuklar Ölmesin” demenin, dayanışma amaçlı yapılan nöbetçi yayın yönetmenliğinin bile “terör propagandası” sayıldığı bugünlerde AKP daha da ileriye giderek kamu emekçilerinin en ufak bir itirazını da bu kapsama almak istiyor.
Son olarak kamuoyuna yansıyan haber ise kamu emekçilerine ve demokrasi mücadelesi yürüten muhalif kesimlerine dönük yeni bir saldırıyı gündeme getirdi.
Kamuoyuna medya üzerinden yansıyan Başbakanlık tarafından hazırlanmakta olan 657 sayılı yasaya ilişkin değişiklik taslağı içinden geçtiğimiz sürecin bir ara rejim olağanüstü hal veya bir sıkıyönetim rejimi olduğunu bir kez daha teyit eder niteliktedir. Anayasaya ve uluslararası hukuka aykırı olduğu açık olan bu taslak ile kamuda top yekün bir tasfiye süreci başlatacağının sinyallerini verilmiştir. Mevcut 12 Eylül Anayasa’sında dahi 2. maddede Türkiye Cumhuriyeti devletinin bir hukuk devleti olduğunu, 9. maddesi yargı yetkisinin bağımsız mahkemelerce kullanılacağını, 10. madde herkesin kanun önünde eşit olduğunu, 11. maddesi de Anayasa’nın yasama, yürütme ve yargı organları da dahil tüm idari makamları, tüm kuruluş ve kişileri bağlayan yer olduğunu düzenlemiştir.
Anayasa’nın 12 ve 13. maddelerde ise ilerleyen kısımlarda tek tek belirtilerek teminat altına alınan temel hak ve özgürlükleri sınırlanabilmesinin ancak anayasaya uygun kanunlar ile mümkün olduğunu tesis etmiştir. Anayasa tarafından korunmasına rağmen AKP tarafından ihlal edilen hakların en başında ise Anayasa’nın 25 ve 26. maddeleri gelmektedir. Bu maddeler düşünce ve kanaat açıklama ve yayma hürriyetlerini düzenlemektedir. Yine sosyal ve ekonomik haklar başlığı altında 51. maddeler ve devamına ise sendika kurma, ekonomik ve çalışma şartlarında adaletin tesisi için faaliyet yürütme hakları Anayasal güvence altına alınmış haklardır. Elbette Anayasa’da düzenlenmiş bu hakların hepsi ile ilgili birçok kanun ve uygulama yönetmelikleri de bulunmaktadır. Türkiye’de hali hazırda bulunan Anayasa başta olmak üzere yürürlükteki tüm kanunlar evrensel hukukun oldukça gerisinde düzenlemeler olup bu kapsamda Anayasa 90/5 usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmaların kanunlarla çelişmesi durumunda milletlerarası anlaşma hükümlerinin esas alınacağını belirtmiştir.
17 Şubat 2016 tarihinde Resmi Gazetede yayınlanan 2016/4 sayılı genelge ile startı verilen muhalif emekçilerin tasfiyesi operasyonu 657 sayılı yasada yapılmak istenen değişikliklerle devam ediyor. Genelge ile muhalif kurum ve kişilerin sokağa çıkması, eylem ve etkinlik yapamaması, sendikal mücadele yürütememesi hedeflenirken yasada yapılacak değişikliklerle tümden işten atılma ve tutuklanma amaçlanmaktadır.
Genelgeden sonra on binlerce üyemiz hakkında soruşturmalar açıldı, sürgünler furyası başladı, gözaltına alma ve tutuklamalar yaygınlaştı, hukuk ayaklar altına alınarak onlarca üyemiz görevden uzaklaştırıldı. Bu darbe uygulamaları yetmemiş olacak ki, şimdi de yasal düzenlemeyle toplu işten çıkarmalara başlanacak!
Diyorlar ki, boyun eğin! Biat edin!
Yoksa kazanılmış ne kadar hakkınız varsa ortadan kaldıracağız!
Yoksa kıdem tazminatınıza el koyacağız!
Yoksa sendikalarınızı işlemez hale getireceğiz!
Yoksa sürgün edeceğiz, cezalar vereceğiz, tutuklayacağız!
Yoksa iş güvencenizi ortadan kaldıracağız, ne kadar muhalif varsa toplu olarak işten çıkaracağız!
Biz de diyoruz ki, BOYUN EĞMEYECEĞİZ! BİAT ETMEYECEĞİZ!
Bize rağmen yapamazlar, bu o kadar kolay değil… Kamu emekçileri AKP’nin kapıkulu olmayacak…
Özellikle son aylarda başta adalet sistemi olmak üzere devletin tüm kurumlarının çivisi çıktı. Basına yansıyan bilgiler doğruysa açıkça anayasaya, uluslararası hukuka ve sözleşmelere aykırı bir düzenleme yapma peşindeler.
Gerek TCK ve gerekse de birçok yasa maddesi en ağır halleri ile yasa dışı eylem ve etkinlikleri tarif etmekte, cezalandırmaktadır. Bu fiilleri işlediği sabit olan ve kanıtlanan bir devlet memurunun işten atılması ya da cezalandırılması önünde herhangi bir engel yoktur. Yine 657 sayılı kanun bu haliyle de baskıcı ve totaliterdir, demokratik hakların kullanımı önünde engeldir. O halde niçin yeni bir düzenlemeye ihtiyaç duyulmaktadır?
AKP iktidara geldiği günden bu yana kamunun tasfiye edilerek bir şirkete dönüştürülmesini hedeflemiştir. Bu hedefini özelleştirmelerle, sağlığın ve eğitimin piyasaya açılmasıyla belli oranda gerçekleştirse de şimdi “terör propagandası” yalanı arkasına sığınarak tümüyle gerçekleştirmek istiyor. Meselenin özü budur. Gerisi bahanedir, yalandır, çarpıtmadır!
Çünkü FAŞİZM, yalan ve demogoji üstüne kurulu yaygın bir propaganda aygıtı kullanır.
Öte yandan AKP faşizan başkanlık rejimi önünde engel gördüğü kişi ve kurumları tasfiye etmek, etkisizleştirmek istemektedir.
Çünkü FAŞİZM, talepleri ne olursa olsun her türlü kitle hareketinden ürker ve rahatsız olur.
Bu taslak ile “milli güvenlik” anlayışına muhalefet eden, demokratik haklarını kullanan tüm kamu çalışanlarının “legal görünüm altında illegal faaliyet yürüten kişiler” olarak ilan edilerek önce kamu hizmetlerinde bulunma ve çalışma hakkının elinden alınması, sonrasında ise ancak Hitler ve Mussolini yönetiminde bulunabilecek bir şekilde bu haklardan ömür boyu yasaklanması amaçlanmaktadır.
Çünkü FAŞİZM işçi sınıfını, bütün bağımsız ve özerk örgütlerini ezerek, işçi sınıfının bütün eylemlilik kapasitesini bastırarak korporatist bir düzene “milli bir mutabakat” çerçevesinde eklemleyen bir rejimdir.
Konfederasyonumuz bedeli ne olursa olsun ilkelerinden ve mücadele anlayışından vazgeçmeyecektir. Tüm baskılara ve faşizan saldırılara rağmen KESK’te örgütlenen yüzbinlerce kamu emekçisi de aynı anlayışla ve dayanışma içinde fiili ve meşru mücadeleyi yükseltecek kararlılıktadır. Çünkü söz konusu olan çocuklarımızın ve ülkemizin geleceğidir.
Son olarak hatırlatmak isteriz ki bugün darbe hükümeti niteliği kazanmakta olan AKP hükümetinin uygulamadan kaldırmaya çalıştığı temel hak ve özgürlükler her tür saldırıya rağmen varlığını sürdürmüş olup bu saldırıyı gerçekleştiren iktidar kesimleri ise insanlık tarihinde kara bir leke olarak yer almıştır. Bugün de bu hak ve özgürlükleri kaldırmak isteyen AKP hükümetinin bu uygulamalarda ısrar etmesi durumunda diğer darbeciler gibi önce insanlık vicdanında sonra uluslararası evrensel ilkeler ışığında hukuk ve mahkemeler karşısında hesap vermekten kurtulamayacaklardır.