12 Eylül 2010 Anayasa referandumunda “demir leblebi”, yargının kuşatılmasıydı.
Hükümet, bu leblebiyi yutturabilmek için üzerine çikolata kapladı.
“Çikolata”, 12 Eylül’ün yargılanacak olmasıydı. Bu, kimsenin itiraz edemeyeceği, toplumsal bir talepti.
“Niye ikisi aynı pakette” diyenlere “darbeci” dendi.
Askeri vesayete karşı olan liberallerin desteği, kitleleri ikna için kullanıldı.
Ve referandum kazanıldı.
Referandumdan bir ay sonra Hakimler, Savcılar Yüksek Kurulu, iktidara bağlandı; yargı bağımsızlığı darbe aldı.
Başbakan, “Yargıya gerekenleri söyledik” diyebildi. Öbür mevzuda ise darbecilerle mahkemeden hastaneye bir-iki telekonferans yapıldı; konu kapandı.
* * *
Şimdi benzer bir durum kapıda…
Bu kez “demir leblebi”, Erdoğan’ın başkanlığı…
“Çikolata”nın adı ise barış…
“Barış” da tıpkı “darbeyle hesaplaşma” gibi, hepimizin ortak talebi… “Bu kan dursun artık” cümlesinin altına imza atmayacak insan yok gibi…
Fakat görünen o ki; hepimizin yemeye can attığı bu çikolatayı ısırdığımızda, içindeki başkanlık senaryosunu da yutmuş olacağız.
“İmralı zabıtları”, bu pazarlığı ortaya koydu; muhtemelen o yüzden bunca tepki gördü. Eski tuzağın yakında piyasaya çıkacak yeni sürümünde şu özellik var:
“Barış elbette olsun, ama şu başkanlığı bir tartışalım” derseniz, 12 Eylül referandumunda “Hayır” diyenlerin “darbeci” diye suçlanmalarına benzer bir tepki göreceksiniz:
“Sen savaş sürsün mü istiyorsun?”
* * *
Hayır!
Hiçbirimiz bu kirli savaşın bir saat daha sürmesine razı değiliz.
Barış, büyük ve cesur bir adım…
“Ama yetmez…”
Barışla birlikte demokrasi ve özgürlük de istiyoruz.
Ne var ki, anayasa sandığa geldiğinde yine bize “Seçmece yok. Ya hepsi ya hiç” denecek; barış uğruna anti-demokratik maddelere “Evet” dememiz istenecek.
“’Hayır’ derseniz, savaş devam eder” kılıcı, başımızın üzerinde sallanıyor olacak.
* * *
Erdoğan’ın “Bu kuvvetler ayrılığı denen var ya; önümüze engel olarak dikiliyor” cümlesi, bizi neyin beklediğini ele veriyor.
Yüksek yargı tek elde toplanıyor.
Yargı ve yasamadan alınan güç, Başkan’a veriliyor.
Medya, iktidarın emir ve vetolarına göre şekilleniyor. AB’nin demokratik uyarılar içeren raporu çöpe atılıyor.
“Güçlü Türkiye”, Gazze yolunda İsrail askerlerince öldürülen yurttaşları için İsrail’e özür dileten tek ülke olmayı başarıyor; ancak Uludere yolunda kendi askerinin bombalayarak öldürdüğü yurttaşlarından bir özrü esirgiyor. Halen 9 milletvekilinin ve onlarca gazetecinin tutuklu olduğu bir ülke sicilini koruyor.
İnsan Hakları Derneği’nin önceki gün açıkladığı rapora göre, mahkemeye sevk edilen “8 bin 300 terör üyesi” ile Çin’i geride bırakarak “en çok teröristi olan ülke” sıralamasında dünya liderliğine yükseliyor.
Üniversite, iş dünyası, sivil toplum susuyor.
* * *
Halkı baskı rejimiyle savaş arasında seçime zorlamayalım.
Barışı antidemokratik bir rejimin payandası haline sokmayalım.
Barışın meyvesini yemek isterken dişimizi kırmayalım.
Libya da, Irak da uzun süre barış içinde yaşadı; yanılmayalım.
“Barışı, demokrasi ve özgürlükle birlikte istiyoruz” diye haykıralım.