25 Mart 2013 Pazartesi sabah saat 05.00 sularında sikorsky helikopterlerle destekli polis ekipleri çeşitli sendikaların kapılarını kırarak saatler süren aramalar yaptı ve sendikalarda ciddi zarara yol açtı. DİSK Ankara Bölge Temsilciliği ve DİSK’in en büyük sendikası olan Genel-İş ile Liman-İş Sendikası helikopterli baskınlarla kapıları kırılan sendikalardı. Basında yer alan bilgilere göre baskınlar DHKP-C operasyonu gerekçesiyle yapılmış. Ancak sendikalara yapılan operasyonlarda ne bir suç deliline rastlanmış ne de herhangi bir sendikacı ve sendika çalışanı göz altına alınmış. Peki, o halde ne bu şiddet bu celal, ne bu vandalizm sınırlarını zorlayan helikopterli kapı kırma operasyonları ve bu devlet terörü? Bu devlet vandalizmine bir gazetecilik sefaletinin eşlik etmesi ise daha da vahim.
14 yıl önceki parmak izini aramak
Önce Liman-İş Sendikası baskınından başlayalım. Liman-İş Sendikası Türk-İş’ten ayrılan, Hak-İş’e üye olmak üzere başvuran ve üyelik süreci devam eden bir sendika. Peki, polis bu sendikayı niye basmış? 14 yıl önce bu sendikada görev yapmış eski bir sendikacıyı arıyormuş. Polis tarafından zanlı olarak aranan (ancak bazı basın organları tarafından hakkında kesin hüküm verilen) kişi 14 yıl önce bu sendikadaki görevinden ayrılmış ve bir daha da uğramamış. Bu eski sendikacının Liman-İş ile bir ilişkisi olmadığını sağır sultan bile bilir. Ama polis buna rağmen Liman-İş Sendikasını basarak parmak izi aramış! Polis ve savcılık bu kişinin 14 yıl önce sendikadan ayrıldığını bilmiyorsa vahim, yok eğer biliyor olmasına rağmen Liman-İş Sendikasını bastıysa daha da vahim. Polis 14 yıl sonra orada ne bulmayı umuyordu. Yoksa zaman makinesi kullanıp aranan kişiyi geriye mi getireceklerdi. Polisin ve savcılığın delil arama yöntemi buysa vay halimize! Nitekim Hak-İş bile polisin bu saçmalığına dayanamamış ve sert bir açıklama yayınlamış.
Velev ki polis ve savcılık dünyadan bir haber ve aranan şahsın (14 yıl sonra bile) sendikada olduğunu sanıyor. Gece yarısı kapıları kırarak sendikaya girmek de neyin nesi? Sabah, mesai saatinde bir kaç polis sendikaya gidip arama yapsa farklı şeyler mi bulacaktı? Neden bu arama işlemi kapı, çerçeve kırılmadan, sikorsky helikopter şovu olmadan yapılamaz. Yoksa maksat bir taşla bir kaç kuş vurup sendikaları itibarsızlaştırmak mı?
Peki, bu baskında haber değeri taşıyan asıl unsur nedir? Hiç kuşku yok ki, bir zanlıyı 14 yıl önce ayrılıp bir daha uğramadığı bir yerde aramak gibi saçma bir gerekçe haber değeri taşımaktadır. Çünkü şaşkınlık ürünü de olsa, kasıtlı da olsa bu gerekçeyle yapılan vandal operasyon, bir diğer ifadeyle devlet terörü dünyanın her yerinde haberdir.
Delil yok, gözaltı yok ama kapılar kırılmış
Gelelim Genel-İş Sendikası ve DİSK Ankara Temsilciliğine yönelik baskına. Yazıda yer alan fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere polis bu baskınlarda da epeyce kapı kırıp hasar vermiş. Peki ne aramışlar? Sendikayla ilgili olmayan kişileri. Peki, ne bulmuşlar? Hiç. Gözaltına alınan sendikacı ve sendikal görevli var mı? Yok. Peki, o halde neden şov bir operasyonla kapılarını kırarak Türkiye’nin önde gelen bir sendikası basılıyor?
Sendikalara yönelik baskınlar tam bir skandaldır. Yapılan baskınların anlamı terör örgütü operasyonu altında sendikaların itibarsızlaştırılmasıdır. Masumiyet karinesinin ve suç ve cezaların şahsiliği ilkesinin ihlalidir. Öte yandan hiç bir makul şüphe ve delil yokken basılmış bu sendikalar. Bu kaba saba operasyonlar bilgisizlikten kaynaklanıyorsa vahim, kasıtlı ise daha da vahim. Türkiye’nin önde gelen sendikalarını totaliter rejimlere özgü yöntemlere basacaksınız ve sonuçta bu baskınlar (doğal olarak) fos çıkacak. Bu yöntem uzun yıllardır uygulanmakta ve muhalif örgütlenmeler çeşitli “operasyon torbalarına” atılarak krimininalize edilmektedir. Benzer operasyonlar KCK gerekçesiyle KESK’e karşı da yapılmıştı. Böyle bir skandal karşısında makul bir ülkede hiç bir Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı yerinde duramaz. Bu operasyon emrini verenler derhal görevinden alınır.
Ve bir utanç manşeti
Bu tip operasyonların ve terör örgütü adı altında demokratik örgütlerin itibarsızlaştırılması girişimlerinin eleştirilmesi ve protesto edilmesi son derece olağan demokratik bir reflekstir. Nitekim DİSK, KESK, HAK-İŞ ve Sendikal Güç Birliği Platformu sendikalara yönelik operasyonu net bir biçimde kınadı. Aynı şekilde CHP de sendikalara yönelik baskını eleştirdi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu “Bugün yapılan arama yöntemi tam bir pervasızlık, tam bir hukuk dışılık. Bütün kapılar kırılmış, hiçbir belgeye el konmadı, hiçbir bilgisayara bakılmadı. Aradıkları şahısların bu sendikayla hiçbir alakası yok. Sendikanın üyesi, yöneticisi değiller. Ama bununla, bu sendikayı ve Türkiye’deki demokrasi mücadelesini itibarsız hale getirmeye çalışıyorlar. Bu operasyonu ve yöntemini şiddetle kınıyorum” açıklamasını yaptı. BDP de benzer bir açıklamayla baskını kınadı: “AKP hükümeti kendisine muhalif hiçbir ses istememekte, her türden örgütlenme çabasını ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Ancak daha önce de defalarca görüldüğü gibi bu operasyonlarla toplumsal muhalefeti susturamayacaktır. ” (milliyet.com.tr, 26 Mart 2013)
Gelelim gazeteciliğin sefaletine ve utanç manşetlerine. Bu utanç manşetlerinden biri Akit diğeri Taraf gazetesine ait. Akit’i geçelim, ne söylense faydası yok. Taraf, 26 Mart 2013 Salı günü “CHP’nin DHKP-C hassasiyeti” manşetini attı. Manşet açıkça CHP’yi DHKP-C’yi sahiplenmekle suçluyordu. Nitekim spotlarda bu ithamlar daha da belirgindi:“ Ankara’daki LAW silahlı saldırının DHKP-C’lı tetikçisi eşli sendika başkanı çıktı. Polis sendikaları aradı, CHP sert tepki gösterdi.” Bir diğer spotta CHP üst yönetimi DHKP-C’ye sahip çıkmakla suçlandı. Haberde sendikalara yönelik operasyon ve operasyonun biçimini kınayan açıklamalar açıkça çarpıtıldı. Bütün bu ifadelere polis bülteni olarak alışığız ama “bu nasıl gazeteciliktir” diye sormadan edemiyor insan!
Böylesi bir manşet bir yargısız infaz ve dezenformasyondur. CHP’nin açıklamasını DHKP-C hassasiyeti olarak çarpıtan Taraf, BDP, DİSK, HAK-İŞ ve KESK’in açıklaması için ne diyecek merak ediyorum doğrusu. BDP de CHP ile benzer açıklamayı yapmasına rağmen CHP’yi seçip hedefe koymak nasıl bir zihniyet? Manşetteki facia bununla sınırlı değil. Henüz yakalanmamış, ifadesi dahi alınmamış bir zanlıyı suçlu ilan etmek masumiyet karinesinin ihlali değil mi? Bir gazeteci veya editör okuduğunu bu kadar mı anlamaz ve ya bu kadar mı ön yargılı olur?
Bir gazeteci veya editör polisin açık hukuksuzluğu ve şovu karşısında hiç mi zeka parıltısı göstermez? 14 yıl önce o sendikadan ayrılan bir sendikacıyı veya ona ait parmak izini sikorsky helikopterle aramaya gelen polis müdürüne hiç mi laf etmez? Aramaların tümü fos çıkmışken, bunca kapının kırılmasını, vandalizmi hiç mi sorgulamaz?
Son soru: Oral Çalışlar, buram buram çarpıtma ve provokasyon kokan bu utanç manşeti nedeniyle özür dilemeyi düşünür mü?