Gezi Parkı’na, yok öyle şey, olur mu canım ve benzeri tüm kıvırtmalara rağmen, AVM yapılacak! Bu laf, RTE’nin ağzından çıktı. Ağaçlar kesilecek (güya taşınıyormuş!) ve oraya ucube, kışla kılığında bir AVM dikilecek… Akılsızlık. Ne umuluyor AVM’den?… Ne işe yarayacak? Var işte bir tane İstiklal’de, tüpçülerin… İn cin top oynayacak yakında, kimse gitmiyor. Dükkan kiralayanlar bin pişman oldu. Yanına, güzelim Emek’i yıkıp bir başkasını ekleyecekler… O da mı AVM olacak? Sonu, Demirören’inki gibi olacak… Hemen Harbiye’de, eski Şan Tiyatrosunun da bulunduğu, Cumhuriyet Caddesi’ne bakan alanda bir ucube AVM daha yapılıyor. Alın size dar alanda üç tane AVM… Ne işe, kime yarayacak?
İstanbul’dan başlamak üzere tüm kentlerin dokusuna sızan bu AVM virüsünün, daha doğrusu avanaklığının, bir tükenişin yansıması olduğu açık. Ömrünü uzatmak için her tür alçaklığı, insan dışılığı deneyen finans kapitalin son 25-30 yıllık icatlarından biri de bu AVM’ler. Bunu da özellikle Türkiye gibi örgütsüz, sahipsiz, otoriter rejimlerle yönetilen ülkelerde bu kadar rahat icra ediyorlar. Gidin Avrupa’nın büyük kentlerine, şehir merkezlerinde kaç tane bulabilirsiniz bunlardan? En fazla 1-2 tane… Yaptırmazlar çünkü. Birincisi, kentin geleneksel dokusuna olur olmaz kazma sallayanı canından bezdirir kent halkı. İkincisi küçük esnaf, küçük işyeri sahibi haklarını yedirmez. Ya bizde? Alın Taksim gibi, 100 küsur yıldır küçük işyerlerinin iş yaptığı tarihi bir merkezi. Kaç esnaf gelip sahip çıkıyor Gezi Parkı’na?
Her AVM dikildikçe, hem yeşil alanlar, meydanlar, yani bir tür kent halkının buluştuğu oturma odası, salonu olan yerler gasp ediliyor, hem de kentin en önemli elementlerinden küçük mağazalar, işyerleri için yolun sonu görünüyor.
Çarşıdan AVM’ye
Her sermaye birikimi rejiminin, kendi kent dokusu, onun içinde alışveriş mekan biçimleri vardır. 1980 öncesinin Keynesçi birikim rejimi, küreselleşmeyle beraber yaşanan gibi değildi, görece içe dönüktü. Mal, marka çeşitliliği bu kadar değildi, kâr ağırlıkla sanayideydi, perakendecilik, daha çok küçük girişimci işiydi. 1980’e gelince sermaye öyle birikti ki, küçük girişimcinin ekmeğine, onun mekânına da göz koydu. Kent rantı, hele İstanbul gibi kentlerin rantı, sanayiden sağlanacak kârdan daha parlak hale geldi. Kentin geleneksel alışveriş mekânlarını, tarzlarını yıkıp, “perakendeciliği” büyük ölçekli, zincirlerle yapma devri açıldı. Eskinin çarşı, pasaj dükkanlarında gerçekleşen perakende ticaret, AVM’lerde toplanıyor. Kentlerin geleneksel dokuları tahrip ediliyor, olur olmaz yerlere rant geliri sağlamak üzere, alt katları AVM olan gökdelenler dikilmeye başlandı.
AVM yatırımcıları arasında, kocabaş kimi arasanız, var. Bildiğiniz bütün büyük bankalar, büyük holdingler… Para nerede varsa, oraya üşüşüyor, AVM Yatırımcıları Derneği diye bir çatının altında toplanıyorlar.
Pazar payı?
Açıklamalara göre, AVM’lerde gerçekleşen satış 50-60 milyar TL yani 28 milyar dolar. Türkiye’nin 2012 hanehalkı harcama tutarı 580 milyar dolar. Bundan konut, ulaştırma, eğitim, sağlık gibi harcama kalemlerini ayıklarsak, yaklaşık 385 milyar dolarlık bir tüketim harcaması ve bundan nasiplenen irili ufaklı bir ticaret erbabından söz edebiliriz. Bu durumda sayıları 310’u bulan AVM’lerden yapılan alışveriş, henüz yaptığımız harcamaların yüzde 7’si. Bazılarının, “oh olmuş, morarmışlar!…” dediğini duyar gibiyim. Belki de… Birçok AVM, umduğunu bulamıyor. Ama, bu sonuç, birçok büyük yerli-yabancı yatırımcı için de “AVM’lere daha çok ekmek var” şeklinde yorumlanıyor.
AVM’leri kentlerin geleneksel dokularının, park, yeşil alan, deprem toplanma bölgesi olacak kamusal mülklerinin kenarına kıyısına sokmamak gerek, bu bir. İkincisi bu konuda Gezi Parkı gibi direnişlere olabildiğince kentliyi katmalı, bu işten zarar görecek Beyoğlu esnafını da başına gelecekler konusunda uyarıp, bilinçlendirip direniş saflarına çekmek, rantçılara Gezi Parkı’nı dar etmek gerekiyor. Bu birikimi başarıya ulaştırdıktan sonra, Galataport, Haydarpaşaport saldırılarına karşı örgütlenmek gerekli.