Onu daha evvelki gün Taksim Gezi Parkı’nın içinde gazın, tozun, kavganın orta yerinde kepçenin önünde bir başına gördüm. Ardında kalabalıklar vardı ama çokluklar içinde bir başına sisteme, muktedire, şiveli, yakışan gür sesiyle meydan okuyordu.
İlgili kamuoyu onu vekil kimliği ile tanıyor. Biraz daha sanatla kültürle ilgili olanlar ise 2007’de sinema dünyasının gündemine oturan Beynelmilel filmi, sonra da BirGün gazetesinde başlayıp Radikal ve Özgür Gündem gazeteleriyle devam eden köşe yazarlığı ile.
Aslında Sırrı, bütün bunlardan öte bir beni âdem. Babası sosyalist kimlikle kendini var eden Behice Boran’ın Türkiye İşçi Partisi’nden. Hani Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasını dolandığınızda hemen her ilde ya da ilçede karşınıza çıkan ve isimleri solun soy kütüğüne kayıtlı sosyalist halk bilgelerinden biri, Adıyamanlı Ziya Bey; hem berber hem de arzuhalci, üstüne üstlük bir de solcu, Adıyaman TİP kurucusu ve il başkanı.
Sırrı’nın hayatı dört çocuklu ailenin büyük evladı olarak daha oyun çağındaki çocukluktan başlayarak emekçilikle, çalışmakla geçmiş. Adeta girmediği, denemediği iş kalmamış. Sekizinde fotoğrafçı çıraklığı, kendi tabiriyle “getir-götür işleri, ortalık temizleme” filan, sonra rötuş işleri ve ilkokul biterken fotoğrafçı kalfalığı. Sıtma savaşta mevsimlik işçilik, oto lastikçiliği, lastikçilik yaparken de köylerde, kasabalarda seyyar fotoğrafçılık.
Bütün bu hengâme içinde lisede başarılı öğrencilikle birlikte Mektebi Mülkiye, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi öğrenciliği. Ve “solcu öğrencilik” mesleğinin zorunlu ara durağı uzun mahpusluk. Mamak, Ulucanlar ve Haymana cezaevlerinde 12 Eylüllü yılların zindanlarında mahpusluk zanaatı.
Aslında bütün bu hayat memat mücadelesinin kısa, kesik izlerini onu kamuoyu ile tanıştıran Beynelmilel filminde hem oyuncu hem yönetmen olarak gördü meraklısı.
Onu beyaz camın ardından, ya da bizatihi tanıyanların en “harbi” adam diye üzerine yemin kasem ettiği kavilden bir düzgün adam. En meşakkatli mevzularda dahi kendine has şiveli Adıyaman üslubuyla konuşurken yüzüne yakışan gülümsemesini asla ihmal etmeyen güzel gülen adam gibi bir adam.
Birçok kişi için “Şimdiye kadar neredeydi bu adam. Neden bu denli geç girdi hayatımıza” diye geç tanımaktan hayıflanılan bir tuhaf adam. O denli tuhaf ki; siyasal kimliği hayli popüler olduğu bugünlerde bile bir dahaki seçimde vekillik düşünüp düşünmeyeceği sorusuna; “Hayır, halka bana bir avans verilirse nasıl vekillik yapılacağını göstermek istiyordum. Becerdiğimi sanıyorum. Bundan sonraki dönemde istiyorum ki; yazarlık ve sinemacılık yapayım” diye cevap veriyordu.
İstanbul Film Festivali’nin kapanış töreninde aldığı ödülü; “hayatını, sağlığını ve sevdiklerini kaybedenlere” adayan bir vefa adamı Sırrı Süreyya Önder.
Her fırsatta Meclis’te vekillik meselesinin kendisine pek de “yakışık” olmayabileceğini hatta o malum yemini nasıl edeceğini merakla soranlara Osmanlı dönemindeki garip bir yeminle yanıt verir. “Osmanlı döneminin son zamanlarında bir bölgeden çok şikâyet gelmiş. Yöneticilerin, yolsuzluk, haksızlık ve zulümle uğraştığı sadarete bildirilmiş. Sadaret de denetlemesi için bir adamı göndermiş. Adam tüm erkân-ı devleti dizmiş karşısına. Herkes sırayla yemin içmeye başlamış. Allah, kitap, Kuran, şeref üzerine “Vallahi iftiradır biz öyle şey yapmadık” demişler. Giden adam bakmış ki birisi sessiz duruyor. “Sen niye yemin içmiyorsun, yoksa bir halt mı işledin?” diye sorunca cevap şöyle gelmiş: “Bekliyorum, 5-10 dakika içinde bunlara bir şey olmazsa bir yemin de ben içeceğim.” Yani yemini bizim karşımıza büyük bir kıymet gibi indirenler, kendileri bu yemine ne kadar sadakatle bağlı kalmışlar dönüp ona baksınlar.”
Bir televizyon kanalında iki arkadaşıyla birlikte yaptığı programın adıyla müsemma ve kendisine bağımlılık oluşturan sahici “kafa dengi” biri Sırrı.
Aslında Mülkiye’den ve hayatın içinden arkadaşım olan Sırrı hakkında bu yazıyı yazmayı düşünmüyordum. Sanal dünyada kendini hala solun şeceresinde sanan, aslında solun epey zaman önce sicilden düşürdüğü kimi had bilmezlerin bilinçaltındaki Kürt kindarlığını Sırrı üzerinden kusma üslupsuzluğuna tanık olunca bu yazıyı yazmak istedim.
Onu daha evvelki gün Taksim Gezi Parkı’nın içinde gazın, tozun, kavganın orta yerinde kepçenin önünde bir başına gördüm. Evet, önünde ardında destek için kalabalıklar vardı. Ama aslında çokluklar içinde bir başına, bir başına ve yalnız, sisteme, muktedire, şiveli, yakışan gür sesiyle meydan okurken, polise; “Siz müteahhit firmanın değil, halkın polisi olmalısınız” derkenki ruh halini görünce bir kez daha anladım sözünün, kelamının ve halka verdiği taahhüdün yeminle kıymetini. Elbette fırsat verilirse nasıl vekillik yapılacağını örnek olsun diye gösteriyordu Sırrı Kardeşim.
Ağır bir mağlubiyet duygusu yaşatmıştı oniki eylül seksen’in darbeci generalleri Sırrı ve yoldaşlarına. Ama Kürtler “Bu iş böyle gitmez” demiş ve başkaldırmışlardı. Bir umut ışığı doğmuştu Sırrı ve Sırrı gibi haysiyetli evlatlara. Bu sebeple Sırrı’nın sözleri anlaşılır oluyordu. “Evet, siyaseten vekillikte seçim dönemi bittikten sonra ısrar etmeyeceğim. Ama Kürtlerle ve Kürt siyasetiyle bağım, ilgim, ilişkim hep devam edecek.”
Bu baptan hareketle Kürdün verdiği siyasal demokratik ve barışçı mücadelenin harcının sanırım bir görevi de etnik kimlik intiharından geçerek mücadelenin sıra neferi olmanın erdemini tattırmanın simgesel, hatta örgütlü örneklerini yaratmak diye düşünüyorum. Sırrı Süreyya Önder bu onurlu temsiliyeti ziyadesiyle hak edenlerden. İyi ki Sırrı Süreyya Önder ve onun harcından temsili örnekler var.
Her bijî, her hebî hêja Sırrî.
Şeyhmus Diken- Birgün – 1-Haziran 2013