Gerçek suçlularla birlikte katliamda sorumluluğu olan, ihmali olan tüm kişi ve kurumlardan gerçekten hesap sorulana kadar bu mücadelemiz sürecektir.
7 Haziran 2015 genel seçimlerinde AKP’nin tek başına iktidar olma çoğunluğunu elde edememesi nin ardından toplumun kutuplaştırıldığı, ayrışmanın körüklendiği, barış dilinin terk edildiği ve ülkenin her yerinde bombaların patladığı bir ortamda DİSK, KESK, TMMOB ve TTB tarafından 10 Ekim 2015 tarihinde bu ülkenin emeğiyle geçinen yurttaşlarının barış ve kardeşliği haykırmak için bir araya gelecekleri miting için toplandıkları Ankara Gar önünde patlayan bombalarla yüzün üzerinde kardeşimizin, yoldaşımızın yaşamını yitirdiği yüzlercimizin yaralandığı katliamın arrdından başlayan yargılama süreci 31 Temmuz 3 Ağustos tarihlerinde görülen duruşmalar sonunda Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen kararla bizlerin ve toplumun büyük kesiminin vicdanını kanatan şekilde 9 sanık ağırlaştırılmış müebbet hapis ile cezalandırılırken, 10 sanık ise örgüt üyeliğinden ceza aldı.
Bu katliamda; sendikamızın 11 üye ve yöneticisi ile birlikte Ankara Şube üyemiz İbrahim Atılgan’ın oğlu Veysel, Adana Şube üyemiz Yılmaz Elmascan’ın (Eğitim Sen üyesi) eşi ve sendikamız avukatı Uygar Coşgun olmak üzere 14 kişi yaşamını yitirmiş, biri sendikamız çalışanı olmak üzere 18 üye ve yöneticimiz de ağır yaralanmıştı.
Emek ve demokrasi güçleriyle birlikte Sendikamız BTS için de ağır bir bedelin yaşanmasına neden olan bu katliam sonrası yaralarımızı sarmak kadar katliamın sorumlularının açığa çıkarılması ve gerçek bir adalete ulaşma umuduyla geçen süre sonunda vicdanları yaralayan böylesi bir kararla karşıya geldik.
Barışı ve kardeşliği savunan bizler için adaletin ne kadar uzak olduğu ta o günlerden görülmüştü aslında.
Daha ilk günden sesimizi boğmaya çalıştılar. Katliam dedik diye gözaltına alındık, yerlerde sürüklendik. Alanlara çıkmayalım istediler.
Sonra katliamda sorumluluğu olan kamu görevlileri hakkında haber yapan gazetecileri yargıladılar.
Yarattıkları toplum tarafından stadlarda emek, barış ve kardeşlik için yaşamını yitirenler yuhalanırken televizyon ekranlarına çıkan yetkililerin utanmadan sırıttıklarına şahit olduk.
Merkez medya ise ortada yoktu bile… Yaşananlara kör, sağır ve dilsizdi. Nasıl barış talebimizi görmezden geldilerse davayı da görünmez geldiler.
Bu süreçte ne anıt talebimiz yerine getirildi ne de diğer taleplerimiz….
Ve katliamdan 9 ay sonra iddianame hazırlandı. Ortaya çıkan iddianamenin son derece özensiz, baştan savma, delil toplama derdi olmayan, sanıkların bağlantılarını görmeyen, sorumluluklara dair hiçbir şey söylemeyen bir iddianame olduğunu gördük.
Avukatlarımız tarafından daha ilk duruşmadan itibaren İddianameye ilişkin bir dolu talebe rağmen hiçbir talep kabul edilmedi. Davanın başından itibaren, IŞİD katliamlarının insanlığa karşı suç olduğu defalarca beyan edilmesine rağmen mahkeme heyeti, katliamı devlete karşı suç kapsamında değerlendirdi.. Oysa insanlığa karşı suçun uygulanması için kaç kişinin ölmesi gerekmekteydi ki? Oysa ülke tarihinin en büyük katliamı yaşanmıştı.
İddianameyle başlayan “yanlışlar” duruşmalarda devam ederken, bu ülkenin aydınlık yüzlü inatçı insanları duruşmalarda haykırdı. Daha ilk duruşmada her ayağa kalkan arkadaşımız; gerçek sorumluların, İhmali olanların, kusuru olanların, görmezden gelenlerin, tedbir almayanların yargılanmasını istedi.
Ve elbetteki patlamaların ardından alanda yaralı olan yoldaşlarımıza gaz sıkan güvenlik görevlilerinden, müdahale yapmayan sağlık görevlilerinin de yargılanması talep edildi.
Ancak tüm taleplerimize rağmen; kamu görevlilerinin ihmalleri ısrarla görülmedi. Katliamda kamu görevlilerinin sorumluluğu belki de hiçbir olayda olmadığı kadar açıkça ortadaydı. Dava dosyalarında da görüleceği üzere;
Katliamı yapan canlı bombalardan Yunus Emre Alagöz’ün kardeşi Abdurrahman Alagöz Temmuz 2015’te Urfa’nın Suruç ilçesinde 33 yurttaşın yaşamını yitirdiği, 100’den fazla yurttaşın yaralandığı intihar saldırısını gerçekleştirmişti.
Ankara Gar Katliamı bombacısı Yunus Emre Alagöz’ün telefonlarının polis tarafından dinlendiği, konuşmalarında “suç unsuru” bulunmasına rağmen yakalanmadığı ortaya çıkmıştı.
IŞİD’in Türkiye Emiri olduğu söylenen İlhami Balı’nın telefon tapelerinde bir askere “Bir isteğin var mı?” diye sorduğu, askerin ise “şıhım” diye hitap ettiği öğrenilmişti.
İçişleri Bakanlığı Müfettişlerince olaya ilişkin hazırlanan Mülkiye Müfettişleri Raporunda Ankara, Adana, Gaziantep ve Kilis vb. yerlerde görev yapan birçok kamu görevlisinin bu katliama yol verdiğini ortaya konmasına rağmen Mahkeme Heyeti ve Savcılık bu kişilerin davamıza sanık olarak dahil edilmesi hususunda yeterli çaba içerisinde olmamış, tanık olarak dinlenmesi taleplerini de gerekçesiz reddetmişti.
Ve;
Miting öncesinde tertip komitesi, saat 08:00 – 16:00 arasında gerçekleşecek miting için Ankara Emniyeti’nden önlem alınmasını istemesine rağmen Emniyet, trafiği gerekçe göstererek miting saatini 12:00 – 16:00 olarak değiştirmişti.
Ülkenin yangın yerine döndüğü o günlerde büyük bir saldırının yaşanacağına dönük tüm bilgiye sahip olmalarına rağmen hiçbir adım atılmamış, aksine mitingin olduğu günün öncesi Ankara’ya giriş çıkış kontrolleri durdurulmuş, İstihbarat bilgilerine rağmen katliamı önleyecek yeterli bilgiye sahip olmalarına rağmen gereği yapılmamıştı.
Avukatlar tarafından dosyaya konulan her belgenin altından kamu görevlilerinin sorumluluğu açığa çıkmaktaydı.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı elbirliğiyle katliam sadece yargılanmakta olan İŞİD’liler etrafında dolaştırılmış, hiçbir kamu görevlisi davaya dahil edilmemiştir. İyi biliyoruz ki davaya kamu görevlileri dahil olsa bu katliamda devletin pek çok kurumunun neredeyse kasta varan ihmalleri, sorumlulukları açığa çıkacaktı. İşte bu yüzden hiçbir kamu görevlisinin yargılanmasına izin verilmedi, mahkeme de ısrarcı olmadı.
4. Ağır Ceza Mahkemesindeki 53 celsenin ardından adalet yerini bulmamıştır. Ne bu eylemi yapan örgüt hakkıyla açığa çıkarılmış, ne ilişkilerinin üzerine gidilmiş, ne de kamu görevlilerinin ve ülkeyi yönetenlerin sorumlulukları sorgulanmıştır.
İşte bu yüzden karar duruşması öncesi çeşitli gerekçelerle dava Sincan Cezaevi Kampüsü içindeki mahkeme salonuna taşınmıştır.
İlk günkü gibi büyük olan acımıza bugün Mahkemenin verdiği kararla öfkemizde eklenmiştir.
Peki devlet, onun. kurumları, emniyeti, istihbaratı geliyorum diyen katliam karşısında ne yapmıştır. Hiçbir şey.
Bizler bu davanın burada bitmediğini biliyoruz.
Tüm yargılama sürecinde gerçek sorumluların açığa çıkarılması için, gerçek bir adaletin sağlanması için çaba gösteren, emek harcayan başta bu davanın avukatları olmak üzere tüm kişi ve kurumlara, gerçeği açığa çıkarmak ve bizlere ulaştırmak için çaba gösteren basın emekçilerine ve yurdun dört bir yanından gelerek her duruşmaya katılan yaralılara ve yaşamını yitiren kardeşlerimizin yakınlarına ve kurum temsilcilerine sendikamız adına teşekkürlerimizi sunmayı borç biliriz.
Ve davaya katılanlar kadar her ayın 10’unda yine yurdun dört bir yanından gelen yüreği ya da bedeni yaralı dostlarla birlikte 10 Ekim 2015 günü katliamdan hemen önce mitinge katılmak için Ankara Gar içindeki Sendikamızın o küçük odasında buluştuğumuz gibi yine buluşarak Gar önünde anmalara bıkmadan usanmadan, yağmur çamur demeden katılan yüreği büyük insanlara binlerce teşekkür…
Bu davanın burada bitmediğini, bitmeyeceğini bir kez daha yineliyoruz.
Bu dava bizlerin vicdanında kapanmamıştır.
Gerçek suçlularla birlikte katliamda sorumluluğu olan, ihmali olan tüm kişi ve kurumlardan gerçekten hesap sorulana kadar bu mücadele elbetteki sürecektir.
Ve bizler emek ve demokrasi güçleri ile birlikte bundan sonra da emeğin, barışın ve kardeşliğin savunucusu olmaya devam edeceğiz.
Merkez Yürütme Kurulu