Yoksulluğa, İşsizliğe, Güvencesizliğe Karşı Birlikte Mücadele” şiarıyla düzenlediğimiz bölge mitinglerimiz İzmir, Samsun ve Adana Bölge mitinglerinden sonra bugün Diyarbakır Bölge Mitingi ile devam etti.
Diyarbakır Bölge Mitingimiz İstasyonu Meydanı’nda saat 13.00’da başladı. Alana girişlerimiz bütün engelleme çabalarına rağmen gerçekleşti.
Diyarbakır Bölge Mitingi’nde Yürütme Kurulumuz adına Konfederasyonumuz Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik’in konuşma metni aşağıdadır.
Hepinizi Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) adına sevgi ve saygı ile selamlıyorum.
Son yıllarda anti demokratik, sivil darbe niteliğindeki uygulamaların yarattığı siyasi kriz kaçınılmaz olarak ekonomik krizle bütünleşti. Aylardır hayatımızın her hücresine nüfuz eden bir ekonomik krizle karşı karşıyayız. Krizin en önemli nedeni savaş ve çatışma politikalarında medet umulmasıdır.
90’ların savaş ve çatışma konsepti nasıl ki ekonomik krizlerle rejimde tıkanmaya yol açtıysa imha ve inkar siyaseti bir kez daha büyük bir ekonomik krize ve rejimin tıkanmasına yol açmıştır. Siyasi kriz ekonomik krizi, ekonomik kriz siyasi krizi derinleştiriyor. Ne kadar inkar ederlerse etsinler iktidar bir yönetememe hali içerisindedir. Günübirlik ve baskıcı politikalarla bu gerçeği örtbas etmeye çalışsalar da artık mızrak çuvala sığmıyor.
Birkaç yıldır güvenlik harcamaları, gizli ödenekler gibi kalemlerde yaşanan devasa artışlar bütçeyi eritip yok ediyor. Siyasi iktidar savaş politikalarına sarıldıkça kaybeden halklarımız ve emekçiler oluyor. İktidar bloğunun yerel seçim çalışmaları diğer seçimlerde de gördüğümüz üzere dışarıya yönelik savaş politikalarının yükseltilmesi ve içeride de baskı politikalarının yoğunlaştırılmasıyla startını aldı. Toplumsal kutuplaşma ve gerginliği oya dönüştürmeyi ve sallanan iktidarlarının ömrünü uzatmayı hedefliyorlar.
Şimdi de Fırat’ın doğusuna gireceğiz diyorlar. Buradan net olarak bir kez daha söylüyoruz; Emekçiler savaş değil barış, çatışma değil demokratik çözüm, gerginlik değil diyalog istiyor.
Çünkü biliyoruz ki, silahlanmaya ayrılan pay büyüdükçe maaşlarımızdan, sağlıktan, eğitimden, ulaşımdan, yatırımdan ve hayati tüm harcama kalemlerinden büyük kesintiler yapılıyor.
Yapılan bu kesintiler bizlere sadece niteliksiz kamu hizmeti ve daha çok harcama olarak değil aynı zamanda iş cinayetleri ve katliam gibi kazalarla can kaybı olarak da dönüyor. Daha birkaç gün önce Ankara’da Yüksek Hızlı Trenin yaptığı kaza sonucu 9 insanımızı kaybettik. Benzer diğer kazalar gibi bu kaza da iktidarın şova dönüştürdüğü yatırımların, insan yaşamını hiçe sayarak yandaş sermayeye kaynak aktarma politikalarının sonucudur.
İğneden ipliğe her şeye ardı ardına gelen zamlar devam ediyor. Toplu işten çıkarmalar, ücretsiz izinlerin yanı sıra angarya çalışma, mesai ve nöbet ücreti ödememe gibi uygulamalar da gittikçe artıyor. İflas eden, kepenk kapatan, konkordato ilan eden firmalara her gün onlarcası ekleniyor. Sağlıkta acil durumlar dışında malzeme kullanılmasını engelleyen sözüm ona ‘tasarruf tedbirleri’ ile hayatımız tehlikeye atılıyor.
Siyasi iktidar “kriz miriz yok hepsi manipülasyon” dese de, TÜİK’te yaşanan Ali Cengiz oyunlarına rağmen, çarpıtılan resmi enflasyon ve işsizlik, gelir dağılımı verileri, üst üste yenilenmek zorunda kalan büyüme oranları bile ülkede yaşanan krizi teyit ediyor.
TÜİK’e yapılan atama sonrası açıklanan ilk resmi rakamlara göre enflasyon %21.62. Yaşanan kriz o kadar büyük ki, rakamlarla ne kadar oynasalar da kağıt üzerinde en fazla bu kadar düşürebiliyorlar.
1980 askeri darbesi ile hayata geçirilen ülkeyi ucuz emek cennetine çevirerek uluslararası mali sermayenin yağmasına açan, borçlanmaya, dış finansmana, ranta, spekülasyona, betonlaşmaya dayalı ekonomik model hızla çöküyor.
Aslında çöken kapitalizm ve kapitalist modernitedir. Sadece Türkiye değil, emperyalistlerin dayattığı neoliberal politikaları hayata geçiren tüm çeper ülkeler krizle sarsılıyor.
Yıllardır iktidarlarda olanların ısrarla sürdürdüğü neoliberal politikalar sonucunda Türkiye’de kriz daha derinden hissediliyor.
Gittikçe derinleşen kriz faizden, ranttan, sömürüden beslenen %1’lik asalak takımının dışında kalan %99 olarak hepimizin yaşamını alt üst ediyor.
Bugün temel sorun krizin faturasının kimler tarafından ödeneceği sorunudur.
Ülkeyi yönetenler her zaman olduğu gibi bugün de yaşanan krizin faturasını ücretli kesimler başta olmak üzere yoksul halkın sırtına yıkmayı hedefliyor.
Ülkede yaşanan krizin faturası sömürü, talan, yağma ve baskı düzeninden beslenen %1’e değil, bu düzenin mağduru olan %99’a kesilmek isteniyor.
Bunun için;
Ülkeyi uçurumun kıyısına getiren neoliberal politikaların tekrarından ibaret planlar-programlar hala çare olarak gösteriyorlar.
Açıkladıkları her paketten, mecliste görüşülmeye devam edilen bütçe yasa tasarısından yabancı tekeller başta olmak üzere büyük sermayeye yeni vergi indirimleri, teşvikler çıkıyor. En temel ihtiyaç maddelerinin %50 zamlandığı koşullarda göstermelik olarak yapılan %10 indirim kampanyasını “enflasyonla topyekun mücadele” diye yutturmak istiyorlar.
En önemlisi, kriz emeğe yönelik saldırıların fırsatı haline getiriliyor. İşçilerin kıdem tazminatının fonla, kamu emekçilerinin iş güvencesinin son kırıntılarının esnek, performansa dayalı çalışmayla, kamusal emeklilik ve sosyal güvenlik hakkımızın ise üç yıl süreli zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi ile yok edilmesi hedefleniyor.
Ne yazık ki bizler bu ülkenin emekçileri, ezilenleri ve yoksullaştırılmış halkları olarak yıllardır sömürü ve yağma düzeninden beslenenlerin faturasını ödedik. Ödemeye de devam ediyoruz.
- Birbirinin kopyası, toplumsal cinsiyet eşitliği körü bütçelerde, adaletsiz vergi sisteminde fatura hep bize kesildi.
- Hepimizin birikiminin ürünü KİT’lerin yok pahasına satılmasında, özelleştirilmesinde fatura bize kesildi.
- Geçsek de geçmesek de hazine garantisi verilen köprülerin, otoyolların, hizmet alsak da almasak da ‘müşteri’ olarak görüldüğümüz devasa şehir hastanelerinin faturası bize kesildi.
- Piyasaya açılarak tasfiye edilen kamunun tüm yükünü omuzlarımıza yıkan, güvencesizliği yayan her adımda faturanın adresi yine biz olduk.
- Gerekli önemler alınmadığı için Soma’dan Ermenek’e, Torunlar’dan 3. Havalimanı’na, tersanelerden limanlara, madenlerden inşaatlara kadar göz göre göre davetiye çıkarılan iş cinayetlerinde fatura bize kesildi.
- Ekmek kadar ihtiyacımız olan demokrasinin, hukukun, adaletin, barışın sağlandığı bir ülke özlemimizi bastıran, hak arama yollarımızı kaptan güvenlikçi politikalarla, insan hakları ihlalleriyle, darbelerle, sıkıyönetimle, KHK’lerle OHAL’le, OHAL’i kalıcı hale getiren otoriter baskıcı rejimle fatura hep bize kesildi. İsyan etmemizi, değiştirmemizi engellemek için dinselleşme seferber edildi.
- Sendikal hak ihlalleri ile OHAL-KHK’leriyle, sorgusuz sualsiz ihraçlar, açığa almalar, sürgünlerle fatura hep bize kesildi.
- Babaya, ağabeye, eşe, sevgiliye bağımlı kılınan, “çalışırsanız erkekler evlenip kendisine bakacak kadın bulamaz” diyerek ekonomik bağımsızlığı elinden alınmak istenen, tüm bakım işi sırtına yüklenen, özne bile sayılmayan, emeği sömürülen, hiçe sayılan, işsiz bırakılan kadınlara en ağır fatura çıkarıldı.
- Doğayı talan eden, yaşam alanlarımızı yok eden ranta dayalı betonlaşmanın, çarpık kentleşmenin faturası bize kesildi.
Biz bu ülkenin emekçi kesimleri, yoksullaştırılan halkı olarak artık nefes almak istiyoruz. Başkalarının donattığı masanın hesabını ödemeye, %1’in yarattığı krizin faturasının %99’a yıkılmasına artık yeter diyoruz. Bu gemide herkesin eşit, özgür bir biçimde barış ve huzur içinde, insanca yaşamasını istiyoruz.
Bunun için;
- Elektrik, doğalgaz, su, akaryakıt, ekmek, toplu taşıma gibi temel ihtiyaçlara yapılan zamların geri alınmasını, zam yapılmamasını,
- Tüm yükü emekçilerin sırtına yıkan vergi adaletsizliğine son verilmesini,
- Kriz bahanesi ile yaşanan işten çıkarmalara, ücretsiz izinlere son verilmesini,
- Rekor üstüne rekor kıran enflasyon karşısında başta asgari ücret olmak üzere ücretlerimizde-maaşlarımızda yaşanan erimenin gerçek enflasyona göre satın alma gücümüzdeki azalma ve ekonomik büyüme oranları dikkate alınarak telafi edilmesini,
- Hem Yeni Ekonomi Programındaki hem de Merkez Bankasının yenilediği enflasyon hedefleri ile hükmünü çoktan yitirdiği tescillenen toplu sözleşmenin derhal yenilenmesini,
- Kamuya alımlarda eşitsizliği artıran, torpilin, kayırmanın, kadrolaşmanın önünü açan mülakat, sözlü sınav, güvenlik araştırması ve arşiv kaydı uygulamasına son verilmesini,
- Emeğin haklarını yok eden KHK’lerin iptal edilmesini,
- OHAL KHK’leri ile herhangi bir hukuki delil ve mahkeme kararı olmadan işinden ekmeğinden edilen tüm kamu emekçilerinin işine iade edilmesini,
- Kamu emekçilerinin iş güvencesini ortadan kaldırmayı hedefleyen her türlü güvencesiz istihdam uygulamasına son verilmesini,
- Kadınların sürekli, güvenceli işlerde istihdam edilmesinin önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bütçe hakkının hayata geçirilmesini,
- Herkese güvenceli iş ve güvenli gelecek sağlanmasını,
- Ekonomik krizi derinleştiren tekçi, milliyetçi, şoven, inkarcı politikaların terk edilmesini, dışarıda ve cezaevlerinde başta tecrit olmak üzere insan hakları ihlallerine son verilmesini, Kürt sorununda barışçıl diyalogu esas alan demokratik yöntemlerin derhal devreye sokulmasını, bu çerçevede yeni bir anayasanın gündemleştirilmesini istiyoruz.
Bu talepler sadece burada bulunanların değil, krizin faturası yıkılmak istenen milyonların, %99’un talepleridir.
İnsanca bir yaşam, güvenceli iş, güvenli gelecek mücadelemizin önündeki engelleri aşmanın tek yolunun emek karşıtı, sermaye dostu düzenin değişmesinden geçtiğini vurguluyoruz.
Hepimiz biliyoruz ki yüzünü sermayeye sırtını emekçilere dönen bu düzen kendiliğinden değişmeyecek.
Üzerimize çöken karanlık bulutları dağıtarak emeğin, barışın, kardeşliğin dünyasını yakınlaştıracak, laik, demokratik bir ülkeyi kuracak yegane güç bizleriz.
Emeğimizi hedef alan saldırıların dalga kıranı bizleriz. Emeğin birliği ve halkların kardeşliği için, bilimden yana, aydınlık bir gelecek için umut biziz.
Yeter ki, kol kola omuz omuza olalım. Yeter ki dünyanın en büyük ailesi olarak bizi bölmeyi, parçalamayı hedef alan oyunları boşa çıkaralım, birbirimize daha fazla kenetlenelim.
Yeter ki, yaşadığımız bu güzelim ülkeye özlenen baharı, beklenen aydınlığı getirmek için birlikte mücadele edelim.
Dostlar, Yoldaşlar, Heval no,
Sözlerimi sonlandırırken özgürlük, demokrasi ve barış için yüreği çarpanlara, KESK’li tutsaklara buradan, emeğin kürsüsünden selam gönderiyoruz.
“Döğüşenler de var bu havalarda.
El, ayak buz kesmiş, yürek cehennem.
Ümit, öfkeli ve mahzun.
Ümit, sapına kadar namuslu.
Dağlara çekilmiş. Kar altındadır.”
Selam olsun! Sabahın sahiplerine. Selam olsun bu havalarda döğüşenlere!
Sömürü, talan, yağma ve baskı düzenine kitap ile iş ile tırnak ile diş ile umut ile sevda ile düş ile direnenlere, Flormardan Cargille, TARİŞ’ten 3. Havalimanına yurdun dört bir yanında işi için, ekmeği için, çocuklarına onurlu bir gelecek bırakmak için direnenlere, sendikal hak ve özgürlükler mücadelesi verdikleri için sorgusuz sualsiz işinden, ekmeğinden edilen, ihraç edilen, sürgün edilen, tutsak edilen kamu emekçileri mücadelesinin yüz akı KESK’lilere.
Hoşça kalın, umutla kalın, mücadele ile kalın… Serkeftin…