Ankara’da ODTÜ ormanlarından yol geçirilmesi ve Atatürk Orman Çiftliği’nin otobanlarla adeta kalbinin sökülmesi ve yine büyük bir ağaç kıyımının yaşanması tartışmalarının ardından ODTÜ’de başlayan direnişin gölgesinde çağdaş ulaşım politikalarının ne demek olduğunu ve Ankara örneğinde ulaşım politikalarının bu çağdaş anlayıştan ne denli uzak olunduğunu sergilemek amacıyla kaleme alınan iki yazıyı okurlarla paylaşmak isteği daha da güncelleşti.
Bu yazımızda ağırlıkla çağdaş kentsel ulaşım anlayışı ve arayışlarını, ikinci yazımızda da Ankara’nın bu anlayış ve arayışlar açısından bulunduğu konumu irdelemeye çalışacağız. Bütün bu yazılarımızdaki temel kaygı, rantçı anlayışla toplumcu anlayışın ulaşım politikaları alanındaki farklarını sergileyebilmek ve toplumcu anlayış ile insan, çevre ve doğa dostu bir ulaşım politikasının oluşturulması sürecine katkı sunmak olacak.
Aslında modern yaşam için elektrik enerjisi ne kadar yaşamsal ve önemli ise ulaşım da aynı öneme sahiptir. Elektrik enerjisinin ince hatlardan geçerek evlere, işyerlerine, okullara, sanatsal ve kültürel alanlara ulaşamaması nasıl bütün bir modern yaşamın berhava olmasına yol açarsa; çok çeşitli fonksiyonların organik bir birlikteliği olan modern toplumsal yaşamda, bu fonksiyonları yerine getiren insanların gerektiği hız, konfor ve güvenlikle gerekli mekanlara ulaştırılamaması da toplumsal yaşamın sürdürülebilirliği açısından bir o kadar sakıncalıdır.
Ulaşım toplumsal yaşamın yeniden üretilebilmesi için zorunlu bir unsur olduğu için, bunun yerine getirilmesi ve güvence altına alınması da zorunludur. Bu zorunluluk ulaşımı temel kamusal bir görev olarak tanımlamamıza yol açar.
Öte yandan yalnızca toplumsal ölçekte değil, birey ölçeğinde de ulaşım bir kamusal görev ve bir kamusal bir haktır. Zira ulaşım haklarını gerektiği ölçüde kullanamayan bir bireyin ne çalışma hakkını, ne eğitim hakkını, ne sağlık hakkını, ne de sosyal ve kültürel yaşama katılma hakkını kullanabilmesi olanaklı olamaz. Bireyin bu hakları çok temel ve vazgeçilmez nitelikte haklar olduğu için, kamunun temel bir insan hakkı olarak tüm vatandaşlarına ucuz, eşit, güvenli ve asgari konforda ulaşım hakkını sağlaması, kısacası ulaşımı her vatandaş için erişilebilir bir hale getirmesi gerekmektedir.
Sürdürülebilir ulaşım
Gerek karmaşık fonksiyonların bir toplamı olan modern toplumsal yaşamın sürdürülebilmesi açısından gerekse de birey-vatandaşın kendi yaşamını fiziksel, sosyal ve kültürel açıdan idame ettirebilmesi açısından ulaşım hakkı en az sorunla gerçekleştirilebilir hale getirilmelidir.
Ama sürdürülebilir ulaşım kavramı tüm bu gerçeklikleri de içermekle birlikte, insanların yalnızca bir yerden bir yere ulaştırılması olanaklarının teknik olarak yaratılması ile değil, bu yapılırken insan ve çevre yaşamına en az zararın nasıl verilebileceği ve herkes için eşitlikçi bir ulaşım hakkının nasıl oluşturulabileceği sorularına da yanıt aramaktadır.
Niçin sürdürülebilir ulaşım
Bundan 30 yıl öncesine kadar ulaşım politikalarında hakim olan anlayış, trafiğe çıkma talebi arttıkça yoğunlaşan ulaşım problemini ulaşım altyapısını genişleterek çözmeye dayalıydı. Fakat zaman geçtikçe, ulaşım altyapısını geliştirmeye yönelik her yeni yatırım trafiğe çıkma talebini daha fazla kışkırttığı ve ulaşım-trafik sorununun çözümünü sağlamadığı gibi ekolojik, ekonomik ve toplumsal alanda yeni ve katmerli sorunların oluşmasına kaynaklık ettiği anlaşılmaya başlandı.
Özel araçlarla ulaşım sorununu çözmeyi teşvik eden bu uygulamaların çevresel sorunların artışında ciddi bir etmene dönüştüğü yapılan araştırmalarla net bir biçimde görülmeye başlanıyordu. Öyle ki; yapılan araştırmalar iklim değişikliği, sera gazı açısından en önemli etken olan karbondioksit gazının atmosfere salınımında ulaşım sektörünün payının dünya genelinde yüzde 23, sanayileşmiş Avrupa ülkelerinde ise yüzde 35’in üzerinde olduğunu ortaya koymaktadır. Örneğin otomobil kilometrede taşıdığı yolcu sayısına göre otobüsle kıyaslandığında 125 kat daha fazla hava kirliliğine sebep olmaktadır. Ayrıca yeni yapılan ulaşım altyapısı kentin çeperlerinin hızlı biçimde betonlaşmasını kolaylaştırarak bir başka açıdan da kentsel çevre sorunlarını artırmaktadır.
Özel araç ağırlıklı ulaşım politikası, kıt ve pahalı bir kaynak olan ve Türkiye gibi pek çok ülke açısından hemen tamamı dışarıdan ithal edilen petrole dayalı durumdadır. Bu nedenle, ekonomik bakımdan da çok ciddi kaynakların heba edilmesi sonucunu doğurmakta, ülke kalkınması ve refahı üzerinde olumsuz etki yaratmaktadır. Ulaşım araçlarının yolcu/km başına enerji tüketimine bakıldığında, otobüs ve metroya göre otomobil beş kat daha fazla enerji tüketmektedir. Buna karşın otomobil; minibüse göre üç, otobüse göre on üç kat daha az yolcu taşımaktadır.
Bu ulaşım politikası, yaya veya bisikletli ulaşımı tercih edenlere yaşam hakkı tanımadığı gibi, engelli ve yaşlı vatandaşların kenti kullanımında ciddi sorunlar da oluşturmaktadır. Ayrıca kentin dar gelirli yurttaşlarının kullandığı kamusal toplu taşıma olanaklarının nicelik, fiyat ve kalite açısından daha zor ulaşılır hale gelmesine yol açarak, ulaşım alanında ciddi toplumsal eşitsizliklerin oluşmasına neden olmaktadır. Kamusal toplu taşıma olanaklarındaki bu gerileme özel aracı olmasına rağmen toplu taşıma araçlarını tercih edebilecek olan yurttaşların da, pahalı olan özel araç kullanımına zorlanmasına yol açmaktadır. Genel olarak da özel motorlu araçla ulaşım dahil, ulaşımda genel bir kalitesizleşmeye neden olmaktadır.
Bu ulaşım politikasının kaynaklık ettiği bir başka ekonomik ve toplumsal sorun da kent içi trafik kazalarında ölüm ve yaralanma olaylarında ciddi bir artışa ve insan kaybının yanı sıra ciddi bir ekonomik zarara kaynaklık etmesidir.
Ulaşım alanında özel araç yoğunluğunu artırmanın ve ulaşım sorununun bu araçları mümkün olduğunca hızlı biçimde gideceği yere ulaştırmayı sağlayarak çözme çabalarının olumsuz sonuçlarından biri de kentin merkezlerinin ve kamusal alanlarının fiziksel ya da kullanım özellikleri itibariyle yok edilmesi olmuştur. Bu durumda kentin toplumsal ve kültürel yaşamı üzerinde tahrip edici bir etki yaratmıştır. Kentliler toplumsal yaşamdan izole edilerek ev ve işyeri arası bir yaşama mahkum edilmeye başlanmıştır. Bu ulaşım politikası ayrıca yaya ve bisikletli ulaşımı sona erdirerek, hareketsiz bir yaşamdan kaynaklı ciddi fiziksel ve ruhsal sağlık sorunlarına da yol açmaktadır.
Tüm bu nedenlerle 1980’li yıllardan sonra ulaşım politikasında sürdürülebilirlik konusu daha fazla tartışılır olmaya başlamıştır. Vatandaşların ulaşım hakkını kullanmaları önünde bir engel oluşturmadan, trafiğe çıkma talebinin düşürülmesine yönelik yöntemlerle çevreye daha az zararlı, ekonomik bakımdan maliyeti düşük ve ulaşım alanında toplumsal eşitsizlikleri en aza indirecek bir ulaşım politikası oluşturulabileceği düşünülmektedir.
Sürdürülebilir kentsel ulaşım politikaları en az araçla, en az enerjiyle, en az çevre kirliliğiyle, en az zamanla, en sağlıklı ve eşitlikçi biçimde en çok yolcuyu yolculuk kalitesinden ödün vermeden en güvenli biçimde taşımayı amaçlar. Bu amaç doğrultusunda da toplu taşımacılığı geliştirmeyi, yaya ve bisiklet ulaşımını kolaylaştırmayı ve teşvik etmeyi temel kaygı edinir.