31.10.201 tarihinde Konfederasyonumuz Genel Merkezinde düzenlenen bir basın toplantısı ile AKP hükümetinin uyguladığı vahşi kapitalist politikalar eleştirilerek işçi cinayetlerinden hükümetin sorumlu olduğu vurgulandı. Ortadoğu’da yaşanan savaşın son bularak barışın bir an önce örülmesinin gerektiği belirtilen açıklamada hükümetin bütçe politikalarının da sermayeden ve savaştan yana değil; emekten yana, insanca bir yaşam için yapılması gerektiği belirtildi. Açıklamayı Konfederasyonumuz Eş Genel Başkanı Şaziye Köse okudu.
Vahşi Kapitalizme Meydan Okuyoruz! Haklar Yasadan Önce Gelir!
AKP hükümetinin, muhafazakarlık ve din ile örtülü neoliberal, baskıcı, otoriter vahşi kapitalizm uygulamalarının sıklaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu dönem aynı zamanda emek alanında karşı karşıya olduğumuz yıkım politikalarının her geçen gün daha geniş kitleler tarafından hissedildiği, daha yakıcı hale geldiği süreçleri de beraberinde getirmektedir.
Soma’dan sonra Ermenek
Artık sözün bittiği yerdeyiz.
Maalesef bugün Isparta’nın Yalvaç ilçesi yakınlarında insanlık dışı yöntemlerle taşınan, çoğu kadın olan mevsimlik işçileri kaza diyemeyeceğimiz bir olay sonucu hayatlarını kaybetmişlerdir. İlk belirlemelere göre 13 işçinin yaşamını yitirdiğine ilişkin elimizde bilgi mevcut.
Çalışma koşulları kölelik düzenini aratmayan, hiçbir sosyal güvenceleri olmaksızın, çok düşük ücretlerle ve uzun sürelerle çalışmaya zorlanan, çoğu zaman kentlere bile sokulmayarak en kötü koşullarda barındırılan mevsimlik tarım işçilerinin yaşadığı bu facia ne ilk ne de sondur.
Soma’daki 301 işçi cinayetinin acıları bitmeden ve hükümet hiçbir sorumluluk üstlenmeden torba yasa ile “Madenciye müjde” haberleri verirken, müjdenin ne olduğu Ermenek’te ortaya çıktı. İki asgari ücret ve 6 saat çalışmanın maden patronları tarafından vermeden nasıl geri alındığına, Ermenek’te işçilerin ağzından tanıklık ettik. Yemek, servis ve iş kıyafetlerinin işçinin sırtına yıkılması, yemek saatlerinin 15 dakikaya ve çalışma saatinin içine konularak, çalışma alanında evden getirilen poşet içinde alelacele yenmesi işçilerin torba yasa ile kazanımının ne olduğunu açığa çıkarmış oldu.
Cumhur-başbakan “yemek dışarıda yenseydi bu olmazdı” diyor. Cumhur-başbakan 1000 odalı “Aksaray”ında, bilmem kaç tane yemek odasında sıcak ve soğuk çeşit yemek yerken aklına hiç işçiler nerede ve nasıl yemek yiyor sorusu geldi mi? Gelemez. Çünkü Cumhur-başbakan açıklanan maliyeti 350 milyon dolar olan, ama çok daha fazla olduğunu duyduğumuz “Aksaray”la yeni rejimin bütün simgeselliklerini gösteriyor bizlere. Bir devlet partisine dönüştüğünü, mülkün de sahibi olduğunu anlatıyor. Yeni rejimin, fiili başkanlık rejiminin idare merkezi “Aksaray”. Çankaya Köşkü küçük geliyor “büyük kişi”ye. Mahkeme kararı, hukuk tanımıyor. 1000 odalı, büyük ve görkemli bir sarayda oturması gerekir. Çünkü, bütün güç ve iktidarı kendinde topluyor. Bunun yansıması Ermenek’tir. Bütün yetki cumhur-başbakan korumalarında, bölgeden sorumlu askeri yetkili, emniyet görevlileri yetkisiz kullar. Yetki korumalarda. KESK ve DİSK heyetlerini içeri almayan korumalar. Gerçeklerin aktarılmasını engellemek için bütün bunlar.
Çünkü;
Ermenek, Soma’nın devamıdır. Yeni rejimin simgesi, eski rejimin Çankaya’sını ezerek yükseliyor.
Maden ruhsatı verme yetkisinin iki buçuk yıl önce bir genelgeyle Başbakanlık uhdesine alınması, bu alanda gücün tek kişinin elinde toplanması.
Soma’da olduğu gibi Ermenek’teki madenin de iktidara yakın kişilerin sahipliğindeki bir şirket tarafından işletildiği gerçeği… Keyfilik diz boyu. AKP-yandaş-akraba Muhafazakarlık ve din örtülü vahşi kapitalizm uygulamaları…
Maden sektörünün, siyasetin finansmanına net katkı sağlar hale getirildiği her halinden belli olmuyor mu? Hükümet ve siyasi tek aktör, işçi güvenliğinin esası olan etkin denetimi engellemese bu facialar böyle hep birbirini izler miydi? Hukuk yoluyla hak aramak hala mümkün olsaydı, kayırılan patronlar maliyetleri düşürmek için güvenliği bu denli ihmal etmeyi göze alabilir miydi? Ülkeye hakim olan hukuksuzluk “Aksaray”la Ermenek arasında hiç tesadüfi olmayan bir bağ kuruyor
Hiçbir denetime tabi olmayan, uzun mesai saatlerinde çalışmanın dayatılması, sendikalaşmanın önünün fiilen ve hukuki pek çok yönden kesilmesi, güvencesizliğin ve taşeronluğun yaygınlaştırılması sonucunda ülkemiz bir işçi mezarlığına dönüşmüştür.
Bu mezarlık “Aksaray”ın duvarlarında, azametinde, 1000 odasında saklı.
Soma‘da, Elbistan‘da ve son olarak Ermenek’te yaşanan facialar, yasal yükümlülüklerini yerine getirmemekte direnen maden patronlarını, madenleri bu patronların insafına bilerek terk eden hükümet politikalarını, işçilerin kanından beslenir hale gelen bu çalışma düzeninin sonuçlarını ortaya sermektedir
Yıllardır ısrarla işçi sağlığı ve güvenliğinin bir kamu hizmeti olmaktan çıkarılmasının ölümlere davetiye çıkarmak olduğunu açıkça söylememize rağmen, bu alanı sermayenin insafına terk etmekten geri adım atmayan, hatta bu ölümlerin birinci derecede sorumlusu olan taşeronluk sistemini daha yaygın ve kalıcı hale dönüştürecek yasalar hayata geçiren cumhur-başbakana soruyoruz:
Daha kaç işçinin ölümünü seyredeceksiniz? Daha kaç işçinin canını hiçbir önlemin alınmasını denetlemeden, önlem almayanlara yaptırım uygulamadan işin fıtratına havale edeceksiniz? Daha kaç işçinin ölümünün ardından lüks makam araçlarınızla, ordu halinde korumalarınızla sorumluluğunuzu örtbas etmek için acılıların üstünde baskıncı geçiş merasimleri yapacaksınız? Daha kaç işçinin ölmesi, kaç ananın, kaç eşin, kaç çocuğun kederi, yası doyuracak sizi? Daha kaç can 50 ayrıcalıklı kişiyi kıramayıp kapatamadığınız bu ölüm çukurlarında yitirecek yaşamını? Daha kaç işçi? İşçi kanından beslenen Yeni rejiminize daha kaç “Aksaray” lazım?
Hükümet bir yandan sürdürdüğü ekonomik rejimle işçilere, emekçilere açlığı sefaleti dayatırken, diğer bir yandan da kendi yarattığı bu koşulları tüm emekçileri güvencesiz, ölümle burun buruna çalışmaya ikna etmede kullanmaktadır.
İşçileri, emekçileri bir yandan açlığa, bir yandan borç batağına, diğer bir yandan ise ölüm çukurlarına iten bu koşullar görüldüğü gibi her geçen daha da ağır hale gelmektedir.
Ücret, sosyal güvenlik hakları, kıdem tazminatı, bugüne kadar yoğun mücadeleler ile kazanılan tüm hakları lağveden soygun düzeni hızla sürdürülmekte, emekçilere 19. yüzyıl kölelik koşullarında güvencesiz ve yarınsız bir çalışma yaşamı dayatılmaktadır.
Son çıkan ve adeta çuvala dönüşen Torba Yasa’da taşeronlaştırmayla, rotasyonla, sürgünle, kamuda da emekçileri amirlerin kulu haline getirmeyi hedefleyen düzenlemeler karşımıza çıkartılmıştır.
AKP’nin kendi memur kolu gibi çalışan yandaş konfederasyonuyla birlikte dayattığı satış sözleşmesi sonucu oluşan kayıplarımıza ilişkin taleplerimiz daha henüz karşılanmamışken, her geçen gün hükümetin kayıplarımızı daha da artıracak adımlar attığını görmekteyiz.
2014-2015 dönemini kapsayan toplu satış sözleşmesinde milyonlarca kamu emekçisinin, emeklinin aileleriyle birlikte haklarının bir kez daha gasp edildiğini dile getirmiştik. Üzerinden tam 10 ay geçti. Bırakın zamların buharlaşmasını, bugün tüm kamu emekçilerinin ve emeklilerinin ücretleri erimiştir. AKP, yandaş konfederasyonuyla birlikte tüm emekçilerini maddi ve sosyal haklar yönünden zarara uğratmıştır.
Hepinizin bildiği gibi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonuna sunuşu yapılan 2015 Bütçe Kanun tasarısı ile bütçe dönemi başladı.
Kaynakların nasıl ve kimlerden toplanacağından, bu kaynakların kimler için ne şekilde harcanacağına varan kararları içeren bütçe döneminde hazırlanan tasarı, bu yıl da AKP hükümetinin sınıfsal ve siyasi tercihlerini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Emekçilerin birikimlerine el koyarak, ağır vergilerle toplanılan kaynaklar bugün bir kez daha savaşın, sömürünün, rantın ve gerici-muhafazakarlığın tesis edilmesine, kentlerimizin ve doğamızın talanına aktarılmaktadır.
Önümüzdeki günlerde sizlerle bütçe tasarısına yönelik analizlerimizi ve halkın olmayan bu bütçeye yönelik mücadele-eylem programımızı detaylı bir şekilde paylaşacağız.
Ancak genel olarak bu yıl da bütçede net olarak izlenmektedir ki;
Bu yıl da ülkemizde emekçilerin ödemiş olduğu her kuruş vergi kendilerine “yol, su, elektrik, okul, hastane” olarak değil, “daha fazla savaş, sömürü, toma, gaz, gözaltı, baskı ve ölüm” olarak dönecektir.
Tıpkı geçmiş bütçelerde olduğu gibi, zamların, KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergi artışlarının, harç ve cezaların, askeri ve güvenlik harcamalarının belirgin bir şekilde arttığı, asgari ücretlilerin, işçilerin ve kamu emekçilerinin en temel ekonomik, sosyal haklarının ve insanca yaşam taleplerinin göz ardı edildiği bir bütçe ile karşı karşıyayız.
Eğitim, sağlık başta olmak üzere halkın en temel kamu hizmetlerine erişimi piyasalaşma anlayışıyla her geçen gün biraz daha engellenirken, yine eğitime ve sağlığa ayrılmayan bütçe ile karşı karşıyayız.
Geçtiğimiz yılki bütçe süreci sonrasında Ortadoğu’da emperyalist müdahalelerin taşeronluğunun maliyetlerinin kaçınılmaz olarak artacağını belirtmiştik. Ne yazık ki haklı çıktık. İşbirlikçi politikalar ve de özellikle Suriye’ye yönelik askeri müdahale çığırtkanlığı eşliğinde devam eden savaşçı politikaların rekor savaş harcamalarıyla karşı karşıyayız.
AKP döneminde sadece örtülü ödenekten savaşa aktarılan kaynağın önceki dönemlere göre 20 kat daha arttığı, Kürt sorununda barış süreciyle birlikte savaş harcamalarının küçüleceği yerde büyüdüğü bir süreçle;
Lazkiye, Humus, Keseb, Deyr Zor, Rakka, Musul Şengal, Karatepe ve son olarak Kobane’de iyice açığa çıkan mezhepçi, etnik politikalar ve bunun bir parçası olarak küresel güçlerin son taşeron örgütü IŞİD’e verilen açık veya örtük desteklerle;
Demokratik hak ve özgürlükler konusunda hükümetin tavrını yansıtan, iktidarın kendisine muhalif kesimler üzerinde kurduğu baskı mekanizmasını güçlendirmeye dönük uçsuz bucaksız harcama yetkisiyle karşı karşıyayız.
Son yıllarda demokratik hak arama yollarının giderek kapatılmasının bir parçası olarak önümüze çıkartılan, adeta sıkıyönetim uygulamalarını olağanlaştırmaya dönük, savaş hali durumuna göre hazırlanmış, toplumsal muhalefeti bastırma yasası yine hükümetin demokratik hak ve özgürlükler konusundaki tavrını yansıtmaktadır.
Kısaca değerli arkadaşlar, siyasi alanda yaşanan gelişmelerle birlikte emek alanında da uygulanan yıkım politikaları tüm boyutlarıyla karşımızdadır.
Bizler, KESK olarak tüm bu saldırılara karşı koymak, hak kayıplarını önlemek ve en temel hakkımız olan insanca yaşam hakkımızı elde etmek için fiili ve meşru mücadeleyi yükseltmekten başka bir yolumuzun olmadığını biliyoruz.
Kamu emekçileri hükümetin artan baskılarına rağmen örgütlülüğünü ve mücadelesini büyüterek, taleplerini ezilen tüm kesimlerin talepleriyle birleştirerek bu saldırılara karşı koyacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.
Bu kapsamda AKP iktidarının, yandaş sendikası Memur Sen ile kol kola girerek siyasi ve ideolojik hedefleri doğrultusunda hazırladığı 2015 yılı bütçesine karşı, 2014-2015 dönemini kapsayan “toplu satış” sözleşmesinin yok saydığı haklarımızın ve irademizin takipçisi olarak; toplu sözleşme süreçlerine bugünden başlıyoruz.
Toplu Sözleşme döneminde ifade ettiğimiz temel taleplerimiz doğrultusunda bütçeden hakkımızı almak için mücadelemizi yükseltiyoruz.
Savaşın, sömürünün, rantın, talanın, sermayenin ve muhafazakarlığın bütçesine hayır diyoruz.
Ülkemizin emperyalizmin Ortadoğu maşası haline getirilmesine, kanlı tarihe ortaklık edecek bir ülkeye dönüştürülmesine asla izin vermeyeceğiz.
Rojava gibi demokratik, özgürlükçü laik bir bölgenin yok edilip yerine IŞİD katillerinin yerleşmesine göz yummayacak, Kobane’deki katliamlara sessiz kalmayacağız. İnsanlar arasında ırk, mezhep, din, dil ayrımı yaparak birbirine düşürenlere karşı biz eşitliği, özgürlüğü ve barışı savunmaya devam edeceğiz.
Gerçek anlamda bir sınıf mücadelesinin ancak toplumsal barışın var olduğu iklimlerde büyüyüp yeşereceği bilinciyle,
Kimliği, kültürü, dili, dini, mezhebi ne olursa olsun, üzerinde eşit haklara sahip yurttaşlar olarak yaşayacağımız bir ülke için,
Kürt Sorununun demokratik, barışçıl temelde ve diyalog yoluyla çözüm sürecinde atılmayan adımların takipçisi olacağız.
Demokratik ve laik bir toplumsal yaşam mücadelesi en temel mücadele başlıklarımızdan biri olmaya devam edecek. AKP iktidarının dinsel kurallara dayalı yeni bir toplum yaratma hedeflerine yönelik direnişimiz yaşamın her alanında büyüyecek.
İçinden geçtiğimiz bu dönem, talepleri ve mücadelesi eşit, özgür, demokratik ve barış içinde Türkiye mücadelesinden bağımsız olmayan kamu emekçileri ve tüm demokrasi güçleri için daha güçlü bir mücadele ihtiyacını beraberinde getirmektedir.
Bu ihtiyaca yanıt vermek adına tüm kamu emekçilerini gasp edilen haklarına sahip çıkmaya; eşit, özgür, demokratik ve barış içinde bir Türkiye mücadelesini hep birlikte büyütmeye çağırıyoruz.
Buradan bir tek çıkışımız var: Bize dayatılan 19. Yüzyıl vahşi kapitalizmine karşı,
Daha fazla can vermemek için, yarattığımız pastadaki payımızı almak için, insanca eşit-özgür-demokratik bir yaşam için:
Kurulu sendikal hareket birikimlerini çok çeşitli işçi örgütleri yaratmaya, örgütlemeye, yasallık yerine “haklar yasalardan önce gelir” şiarıyla meşru, çok bileşenli bir mücadele hattını toplumun bütün muhalif kesimleriyle kurmaya ve dişe diş bir mücadeleyi ertelemeksizin topyekun vermeye hazır olmalıdır. Vahşi kapitalizm bize meydan okuyor. Sınıfın yeni bileşimi sahaya.