Ulaştırma Uzmanı Prof. Dr. Zerrin Bayrakdar ve Boğaziçi Arnavutköy Derneği Sözcüsü İsmail Üstün’le, 3. köprü üzerine yürüyen tartışmaları, ulaşım sorunlarını ve Arnavutköy’de köprüye karşı mücadele deneyimini konuştuk.
İstanbul’a yeni bir köprü için proje başladı. Hükümet birçok projede olduğu gibi, İstanbul’u ve halkı yakından ilgilendiren bir projede ısrarcı olarak düğmeye bastı. Peki 3. köprü fikri yeni mi? Bu fikir iktidarlar tarafından dünden bugüne nasıl şekillendi?
Zerrin Bayrakdar: Transit geçişler için 2. köprü yapalım dediklerinde de karşı çıkmıştık. O sırada ben asistandım. Ulaştırma projesi yapan öğrencilerimi Çerkezköy’e gönderdim, zira orası o dönem sanayi bölgesi olmuştu ve sanayi bölgesinde üretilen yükler mevcut raylı sistemle taşınmaya çalışılıyordu. Ancak mevcut sistem ve işletme koşulları taşımada sorun yaratıyordu, yaptığımız çalışmalar sonucunda raylı sistemin geliştirilmesi gerektiğini saptamıştık. Ancak sonuçta raylı sistem geliştirileceğine adına transit taşıma dedikleri ve hemen tamamı yük olan taşımalar için otoyol (TEM) ve 2. köprü yapılarak, taşımacılıkta yine karayolu tercih edildi.
‘PLANSIZ GELİŞEN İLÇELER ORTAYA ÇIKTI’
Köprü yapılınca ne oldu? Biz haklı çıktık, çünkü nüfus patlaması yaşandı, otoyolun ve köprünün geçtiği güzergah yerleşime açıldı. Sarıgazi, Kavacık gibi plansız gelişen ilçeler ortaya çıktı ve transit taşımacılığa hizmet edeceği söylenen köprü, kent içi ulaşım koridoru oldu. Köprüler yolcudan çok araç trafiğine hizmet ettiklerinden, kapasitelerindeki doygunluk nedeni ile 1989’da 3. köprü gündeme geldi. O zaman planlanan köprünün 1. ve 2. köprü arasında olması planlanıyordu. Hatta bir ara Dalan’ın BESA (Beşiktaş-Samatya) adında; 1. köprünün yanından geçip, Yıldız’dan aşağıya Ihlamur Kasrı’nın üzerinden Samatya sahiline ulaşacak bir projesi vardı. Dalan gidince proje durdu tabii. Projenin geçeceği yerler de kısa süre içinde yapılaştığından proje gündemden kalktı.
Daha sonra 1996’da Arnavutköy’de köprü sözleri edilmeye başlandı. Biz akademisyenler her zaman ayaktaydık, Arnavutköy’de de bir oluşum olunca hemen onlara katıldık, yapabileceğimiz bir şeyler varsa yapalım diye. Güngör Evren, Ergun Gedizlioğlu daha birçok arkadaş hep beraber Arnavutköylülere katıldık ve orada insanlarla beraber bir direnç yaratabildik.
Mesela ben hiç unutmuyorum, Arnavutköy’de İngilizce dersine giderdim. Karşılıklı evlerden “İşte köprünün ayağı şuraya gelecek, işte şuraya şu olacak” şeklinde konuşmalara şahit olmuştum ve onlara; “Böyle bir şeye mecbur değilsiniz, siz çok güçlüsünüz, köprünün yapılıp yapılmaması size bağlı…” dediğimde, “başarabilir miyiz?” dediklerini hatırlıyorum. O zaman belki şansımız biraz daha yüksekti, zira başta koalisyon hükümeti bulunuyordu ve bu nedenle Meclis’ten de biraz destek alabildik.
O dönemde Bayındırlık Bakanlığı’na bağlıydı karayolları. Diğer ulaştırma sistemleri de Ulaştırma Bakanlığı’na. Dolayısıyla bir kimse Ulaştırma Bakanı olduğu zaman köprüye kesinlikle karşı çıkıyor, aynı kişi (ki isim verebilirim Yaşar Topçu) Bayındırlık Bakanlığı’na geldiği zaman da “3. köprü yapılmalıdır” diyebiliyordu. Bu çelişkileri de gösterdik, Meclis’ten randevu aldık. Bir grup insan Meclis’e gittik ve bu projeyi durdurduk.
İsmail Üstün: Gezi Parkı Direnişi’nin başlangıcında Başbakan Erdoğan’ın yaptığı açıklamalara benzer bir açıklamayı, 1998 yılında dönemin Bayındırlık Bakanı Yaşar Topçu yapmıştı. “Her söylenene kulak asarsak bu ülkeye hiçbir eser kazandıramayız. O nedenle bunları duymuyoruz. Proje hayata geçecek. Kimseden onay almamız da gerekmiyor. 3. köprü olacak, o kadar” demişti. Bu sözler büyük tepki almış, Arnavutköylüleri kızdırmıştı.
İktidar, daha önceki köprü tartışmalarında olduğu gibi, uzmanlarla kısa bir dönem tartışma yaptıktan sonra köprüyü dayatabileceğini düşünmüştü. Ama, beklemediği, alışık olmadığı bir tepki aldı. Devreye halk girdi, “köprü-möprü istemiyoruz” dedi. Bu alışık olduğu bir tartışma değildi. Bayındırlık ve ulaştırma bakanları ve bürokratları makamlarında ulaşım sorunlarını tartışan ev kadını, kasap, bakkal gibi mesleklerden insanları görmeye başladılar.
Z.B.: Ben “3. köprüyü yapmak vatan hainliğidir” demiştim, milletvekilleri çok rahatsız olmuşlardı. Vatan hainliğine devam ediyorlar. İstanbul’un bu köprüye ihtiyacı yok ki…
‘BU İKTİDAR İÇİN HUKUK, KURAL YOK’
Bakın biz hep yaşayarak gördük, 1. köprü çevre yoluydu şehir içi yol oldu, 2. köprü transit taşımaya hizmet edecekti, şehir içi yol oldu. Adam hakikaten çıldırmış, 3. köprü projesi için gitti en kuzeyi seçti. 1/100.000’lik planlarda o kadar net deniyor ki; İstanbul’un kırmızı çizgisi TEM’dir, kesinlikle kuzeyine çıkılmamalıdır. Aksi halde orman, doğa, su, ekolojik sistem tümüyle bozulur ve bunun sonucu olarak İstanbul’un yaşam damarları kurur, belki bugünden yarına değil ama çokta uzun olmayacak bir süreçte İstanbul ölüme mahkum olur diyor. Ve buna rağmen gidip en kuzeye proje yapılıyor. Olacak iş değil.
Zaten bu iktidar için hukuk, kural hiçbir şey yok. Bu proje ÇED Raporu’ndan muaf tutuldu ancak Çevre Mühendisleri Odası, mahkeme kararı ile bunu ortadan kaldırdı. Ancak yeni bir yönetmelikle muafiyet yeniden sağlandı. Zira ne kadar yandaş olsa da bu projeye Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirme bakımından olumlu raporu verecek kişi bulamazlardı diye düşünüyorum.
1995’te Başbakan’ın kendisi “3. köprü cinayettir” demişti. Şimdi ise 3. köprü yetmiyormuş gibi havaalanı projesi, o da yetmiyor, İstanbul’a iki yeni şehir. Ondan sonra da Kanal İstanbul. Bunların hepsi aklını yitirmiş bir insanın ve böyle bir kişiye biat etmiş kişilerin ortaya koyacağı projeler. Bizim bunları mutlaka engellememiz lazım.
3. köprü projesi bugün daha çok ismiyle tartışılıyor. Projenin kendisinin daha az sorgulandığını görüyoruz. Projeye karşı çıkmak için yapılan güncel çalışmalar neler?
Z.B.: Evet bir forumda da ifade edilmeye çalışıldı; çıkıp, “lütfen ismine karşı değil cismine karşı olalım” diye itiraz ettim. Cismi olmayınca zaten ismi de sorun olmaz.
2008 yılında 3. köprü yine gündeme gelince 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu kurduk. Biz köprü istemiyoruz yaşamımızı istiyoruz dedik. Gittik Sarıyer’de ulaşım nedir, nasıl olması gerekir, kentin kurtulması için neler yapılabilir, bunları anlattık. Her taraf deniz ama deniz yolu çalışmıyor. Raylı sistem yok. Bunlar işletilse, 3. köprüye ihtiyaç olmayacak. Diğer yandan bu köprü projesi hukuki açıdan da sakat. Bir sürü açılmış dava var ve bu davalar sonuçlanmadı. Bütün raporlar olumsuz geliyor.
‘BANKALARA MEKTUP YAZDIK’
Sonra duyduk ki dışarıdan kredi alamıyorlarmış, çünkü projenin ÇED raporu yok. Türkiye’den kredi vermesi istenen Akbank, Halkbank, İşbankası, Garanti Bankası, Yapı Kredi Bankası, Vakıfbank ve Ziraat Bankası’na oturduk mektup yazdık ve kredi vermemelerini söyledik. İş Bankası ağaçlandırma projesi yapıyor, Garanti Bankası “yeşili koruyorum” diyor ama bu konuyla ilgili bize hiçbiri geri dönmedi. Çalışanlarla görüştüğümüz zaman da “bankalar para satmak için varlar, paraları varsa verirler, yapacağınız bir şey yok” dediler.
Eski iktidarlar döneminde meramınızı anlatmak için yazardınız ve bir cevap alırdınız, açıklamalar yapılırdı. Bunlar o kadar ketumlar ki hiçbir şey açıklamıyorlar. Tamamen saçma sapan şeyleri, kapalı kapılar ardında yapıyorlar.
İ.Ü.: Arnavutköy-Kandilli projesinin ele alındığı yıllarda ağırlıklı olarak köprü, ulaşım konuları üzerinde duruyorduk. Günümüzde 3. köprü büyük bir paket programın parçası olarak karşımıza geliyor. Kuzey Marmara otoyolu, 3. Havalimanı, Kanal İstanbul, Yeni Şehir gibi projelerinin yer aldığı bir paket var karşımızda. Bu projeler, kent merkezinde yaşayan insanların çok uzağında. Günlük yaşamın altüst oluşu kısa sürede gerçekleşmeyecek. Su havzalarının, ormanların yok oluşunun etkilerini zaman içinde yaşayacağız. Bu nedenle Arnavutköy mücadelesindeki hızlı tepki gösterilemedi.
Z.B.: Ama su, hava, her şey yok ediliyor. Ben 40 yıldır Yıldız’da oturuyorum. Önceden benim rüzgarım vardı. Şimdi yaptılar o gökdelenleri, rüzgar esmiyor bile. Aslında bütün mesele Türkiye’nin plansız büyümesi. Ülke planlanmadan İstanbul kurtulamaz. İktidar bütün hesaplarını İstanbul üzerine yapıyor ve insanların yaşam alanlarını daraltıyor. İstanbul’un nüfusu 16 milyonu geçtiği an çok büyük sıkıntılar doğar deniyordu. Şimdi bunlar 25’i hedefliyorlar, 30, 40 milyon bunun sonu yok.
Türkiye’de sadece karayoluna yatırım yapılıyor
Ulaşım ve taşımacılıkta alternatifler nedir? Hükümetin alternatifler konusunda girişimleri oldu mu?
Z.B.: AKP 2002 yılında iktidara geldiği zaman 2003’ün Mart ayında bütün ulaştırmacıları topladı. 14 kişiydik, demiryollarının ihmal edildiğini söylediler ve bu konuda ne yapılabileceğini bize sordular, yardım istediler. Biz Türkiye’de 5 ayrı üniversiteden hocalar oturduk didik didik ettik her şeyi ve bir stratejik plan hazırladık. Ve dedik ki ulaştırmayı, yani denizyolu, havayolu, karayolu ve demiryolunu birbirini destekleyecek şekilde kullanın ve tümünü tek bir bakanlıkta toplayın. Çünkü Türkiye’de sadece karayoluna yatırım yapılıyor. Çok ayaklı değil, tek ayaklı gidiyor çalışmalar.
Siz demiryollarını geliştirmek istiyorsanız, işe yük taşımacılığından başlayın dedik, sonuçta bir mevcut ağımız var bizim. Ve bir çekirdek ağ tanımladık, tanımladığımız bu ağın elden geçirilerek gerekli standarda getirilmesini ve optimum ağı oluşturacak şekilde bir iki yeni hatla takviye edilmesini istemiştik. Yük taşımacılığını buraya alırsanız demiryolları gelişir, daha sonra yolcu taşımacılığını ve hızlı demiryolu taşımacılığını geliştirirsiniz demiştik. Ancak yapılan demiryollarında yük taşımacılığını geliştirmek değil, hızlı demiryolu yapımcılığına başlamak oldu.
İSTANBUL’UN ANADOLU’YA TREN BAĞLANTISI YOK
Şimdi yapılmakta olan İstanbul-Eskişehir arasındaki hat konusunda da uyardık. Zira yapılan hat İstanbul-Ankara arası için hızlı tren bağlantısı değildir. İstanbul-Ankara arasını bağlayan hızlı trenin güzergahının 400 km civarında olması, yani Eskişehir’den geçmemesi gerekir. 29 Ekim’de açılacağı söylenen hatta Köseköy’den bu yana yapılmış hiçbir şey yok, üç hatta çıkarılacağı söylenen banliyö hatlarını da 19 Haziran’da teslim ettiler. Ve hakikaten yaptıkları çok büyük saçmalık. İstanbul’un bir yılı aşkın bir süredir Anadolu ile tren bağlantısı yok, böyle bir şey olabilir mi? Önerilerimizi dikkate almadılar, halbuki demiryolları yük taşımacılığı üzerinde geliştirilseydi, karayolu da rahatlayacaktı.
Bir de dünyanın hiçbir yerinde bir hat yapılırken demiryolu kapatılmaz, insanların ulaşım hakkı vardır. Bu gasp edilemez. Şu anda bakın İstanbul’da hiç banliyö ulaşımı yok. Banliyöler Gebze’ye kadar giderken Haydarpaşa’da her pazar günü eylem yapıyorduk ve halka gelin destek olun diyorduk. Gerekli tepkiyi göstermezseniz, yaşadığınız yerlere trenle gidemeyeceksiniz diyorduk. “Yok canım yapmazlar” diyorlardı. Gebze’ye ulaşım kesildi, gelip; “Şimdi nasıl Gebze’ye gideceğiz” dedi insanlar, “E söyledik size?” Son nokta Pendik oldu, dedik ki gelin hiç değilse Pendik’e sahip çıkın, “yok bir şey olmaz” dediler. Şimdi Pendik’e de trenle ulaşım, dediklerine göre, iki yıl yok. Bu iki senede bitecek mi? Ben hiç inanmıyorum.
‘BU İKTİDARA LAF ANLATMAK ÇOK ZOR’
Karayollarının Türkiye’ye maliyeti o kadar yüksek ki, akaryakıt ve taşıtlar açısından dışa bağımlılığı bir tarafa, çevreyi kirletiyor, çok fazla kaza oluyor, zaman kaybına neden oluyor… Denizyollarının durumu da çok kötü, güya Ulaştırma Bakanı denizci… Denizyollarında uzun yolda yolcu sıfırlandı, o gelmeden önce hiç değilse İzmir’e çalışan bir hat vardı. İnsanlar araçlarını onunla taşıyordu, bir fayda sağlıyordu.
Ben çocukluğumda İskenderun’a, Antalya’ya, Mersin’e gemiyle giderdim. Karadenizli arkadaşlarım var, onlar da aynı şekilde, biz hiç karayolu bilmezdik diyorlar. Tamam karayolu da gelişsin ama bunu diğerlerini keserek yapamazsınız. Tuttular Karadeniz kenarına otoyol yaptılar, yapmayın dedik, doğa size müsaade etmeyecek. Nitekim her sene Karadeniz yolu kışın alıyor, yazın yeniden yapılıyor. Bu iktidara laf anlatmak çok zor.
Sunay Gedik-Sol gazetesi
08.07.2013